14 Şubat 2010 Pazar

BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP

BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP!..

Sayın Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan;

Ben bu ülkenin emekli bir eğitimcisiyim.
Ülkemin içinde bulunduğu durumdan rahatsızım, huzursuzum, endişeliyim!…
Huzursuzluğum ve endişelerim, gün geçtikçe umutsuzluğa dönüşmekte…
Eğer bu endişeleri taşıyan benim gibi üç-beş kişi olsaydı, bizleri elinin tersiyle itip, görmezlikten gelebilirdiniz. Hatta, pek çok kişi ve kuruluşlardan esirgemediğiniz o azarlayan öfkeli tavırlarınızı sergileye bilirdiniz!…
Ancak, ülkede huzursuzluk çığ gibi büyümekte, bir veba salgını gibi, toplumu sarmakta… tehlikeli bir sel gelmekte!…

Şöyle bir etrafınıza bakarsanız, siz de göreceksiniz!… Etrafınızı saran, tehlikeli gidişi sizden saklayan ve kamufle eden, yandaşlarınızdan bir an için kurtarın kendinizi!… Bir vatandaş olarak, bir eğitimci olarak, henüz vaktin geçmediğini, ama, geçmekte olduğunu görüyorum!… Yarın çok geç olabilir. Size doğru bilgi aktarmayan, gerçekleri göstermiyen, bürokraside, basında size övgü düzen yandaşlarınızı gün gelipte yanınızda göremediğinizde hayal kırıklığına uğrayacağınızı bilin!.. Nerede DP’nin Has Bahçe Bülbülleri..?, Nerede Özal’ın Papatyaları..?, Nerede Çiller’in kurşun atan kurşun yiyen “kutsalları?” Neredeler, kiminle birlikteler? Hiç bir dönemin mersiye yazarları yalakaları, dalkavukları eksik olmamıştır, ama batış dönemlerinde gemiyi ilk terk edenler de onlar olmuştur!… Tarih bu örneklerle doludur!…

Lütfen uyarılara kulak veriniz. Eğer ben ve benim gibileri “sıradan” görürseniz, bu ülkenin siyasi kaderinde yarım asır etkin olmuş, 7 kere gidip bir o kadar geri gelmiş, darbeler görmüş, hapis yatmış, siyaseten yasaklanmış yönetimin en yüksek kademelerine kadar tırmanmış, ilerlemiş yaşına rağmen hala ülke sorunlarından elini eteğini çekmemiş, uyarılarını sürdüren Sayın Süleyman Demirel’e kulak veriniz!…

65’ı aşan yaşımda hiç “Demirel’ci” olmadım!.. Oysa, Demirel size benden daha yakındı o dönemlerde. Onun, övgüler düzdüğü, toz kondurmadığı “tespih çekenler”dendiniz. Bizlerin söyleyecekleri, sizin için sıradan ve anlamsız gelebilir, ama, Sayın Demirel’in söylemleri tarafınızdan dikkate alınmaya değer bulunmalı!…
Eğer siz, ülkeden ülkeye gezmekten, “ne pahasına olursa olsun” diyerek ortaya attığınız konularla meşgul olmaktan vakit bulamazsanız, bu işi sizi korumayı görev edinmiş yandaşlarınız, akıldaneleriniz yapsın!.. Demirel çok önemli şeyler söylüyor, uyarılarda bulunuyor. Söylemleriyle, “sizi ben bile kurtaramam” demeye getiriyor .Bu uyarının bir zamanlar dikkate alınmamasının bu ülkeye nelere mal olduğunu yaşadık gördük!…
Ne diyor bakın, Sayın Demirel: (Leyla Tavşanoğlu ile yaptığı söyleşi-Cumhuriyet)
”Kurumları çatıştırmayın”.. “Devletin kurumlarını halkın nezdinde itibarsız hale getirerek, devleti zaafa uğratıyorsunuz, siz onun gücü sayesinde iş görüyorsunuz.” .. “İşler bir düzen içinde yürütülecektir. Kurumların başındakiler benden olsun dersen bu devleti ele geçirme hadisesidir”…. ”Askerin dışında,ağır silahlarla teçhiz edilmiş güvenlik gücüne niçin ihtiyaç duyulmuştur?, Bunun sonucu, iki ağır silahlı gücün birbiriyle çatışmasıdır. Anayasa, Türkiye’nin korunup kollanması görevini Askere vermiştir. Hadi o görevi elinden alın!…
Türkiye’de bu kadar yıl siyasetin içindeyim, siyasetin bu kadar tıkandığını, bilmiyorum, zihinler çok karışık,.. İnsanlar huzursuz, kaygılı, şüpheli. Ortam çok gergin. Türkiye’nin sokaklarında hergün kavga var. Bu kavganın bir kısmı çok ciddiye alınacak cinsten. Vatandaş biribiriyle, devletle, askeriyle polisiyle kavga ediyor. …
Ve kırıcı dökücü, alet ve vasıtalar kullanılıyor. Bu olaylar yurdun çok yerinde oluyor. Vatandaş “ne oluyoruz, nereye gidiyoruz” sorusunu soruyor.
… “Devlet kurumlardan ibarettir. Siyasi iktidar da o kurumlardan birisidir. Siyasi iktidar dahil, kurumların tümünün görevleri yetkileri, sorumlulukları anayasada yazılmıştır. Hepsinin ayrı görevleri var. Bunların ahenkleştirilmiş olması o ülkede huzurlu idareyi sağlar.
… “Ülkenin Genel Kurmay Başkanı, ‘toplum ne hale geldi’ diyebiliyor,… manevra kıyafetiyle, kuvvet komutanlarıyla birlikte… ‘biz rahatsızız’ diyor!.
Ülke yönetimi ise, ‘sizin rahatsızlığınız nedir?’ diye sormuyor.
…Yargıtay başkanı, ‘yargıda yangın var. Yargı siyasallaştı, bölündü!…’ diyor.. Bunların ciddiye alınması gerekir!. Yargıtay başkanı ayrıca diyorki: “Yargıya karşı savaş açılmıştır.. (Askerlerinde kendilerine karşı, asimetrik bir savaş sürdürüldüğünü söylediğini de biliyorsunuz.)
“… Bu laflar mana taşır. Bir taraftan da ülkeyi yönetenler kurumları ele geçirme gayreti içinde. Burada siyasi iktidarla devlet karışıyor…
… Devlet baş, siyasi iktidarlar kasket gibidir. Kasket eskir, yenisini alırsınız.. ama başı eskitmeyin… S i z b a ş ı e s k i t i t i y o r s u n u z !…
…Siz onun sayesinde iş görüyorsunuz.!.. ama onu g ü ç s ü z h a l e g e t i r i y o r s u n u z!…”

Sözü açılıma getiriyor sayın Demirel ve diyor ki;
“ …Bu bir ulus devletti. Ulus bir bütündü, bu bütünlüğün parametresi din, ırk değil vatandaşlık, mensubiyet, geçmiş gelecek bütünlüğüydü. Siz bu bütünlüğü bir kenara bıraktınız, meseleyi ırk ve mezhep meselesine getirdiniz. Bu çok büyük huzursuzluk yarattı!…”
Ve ekliyor Sayın Demirel;
…”…Ben devletin zor zamanlarını görüp bildiğim, idarede bulunduğum için, bu gördüklerim beni rahatsız ediyor, ve diyorum ki, Türkiye’nin bir şeyi yanlış!.. “ Türkiyenin kurumlarını sayıyor Demirel…” Bunların hepsi var. Ama bunlar ahenk içinde çalışamıyor!.. Demek ki ülke yönetilemiyor!… 2010 yılına girerken, ben ülkemdeki vatandaşımdan daha çok huzursuzum!.. “
Şunu da eklemeyi ihmal etmiyor, Demirel. “Ama umutsuz değilim!…”
Sayın Başbakan; Sayın Demirel biz vatandaşların huzursuzluğunun boyutunu bilmediğinden, kendi huzursuzluğunu en büyük sanıyor. Keşe bizler de Sayın Demirel kadar umutlu olabilseydik!…


Sayın Başbakan,
“ Peki, ne yapılmalı?” sorusuna Sayın Demirelin verdiği cevap sizin için çok önemli…Sizin yaşınız kadar bir süreyi siyasette ve siyasetin her kademesinde geçirmiş bir kişinin söylemleri olarak çok önemli:
“ …Ülkede huzursuzluk var, başını kaldıranı Ergenekoncu diye tutukluyor, ne zaman yargılaracağı ve netice alınacağı meçhul!… Bu ülkenin vatandaşı rahatsız.. Telefonları dinlenmiş, doğru yanlış bu konuşmaları delil olarak mahkemelere çıkarılmış…”
“ … Eğer ülkenin Başbakanı, “beni de dinliyorlar” diyorsa, o zaman ülkenin Başbakanının üstünde ülkeyi yönetenler var… bu zaaftır. Sizi de dinliyorlarsa vay haline ülkenin!… Haberiniz varsa dinlettiğiniz için suç sizde olur. Ama haberiniz yoksa daha da suçlu olursunuz!.”
“… Darbe şüphesi içinde olmak aslında güvensizliktir. O günün Genelkurmay Başkanının bu hadiselerden haberi var idiyse ve hükümeti haberdar etmediyse kusurludur, Altında bunlar olurken haberi yok idiyse o zaman gaflettir..”

Bu yorum o günün, (ayni zamanda bugünün) hükümeti için de geçerli değil midir? O günden bu güne, niçin beklendi!.“Sivil darbe için şatların oluşması” mı?
“ … Ülkenin kanunlarını uygulamıyorsanız, zaaf içindesiniz. Ülkenin kanunlarını uyguluyoruz diye, kanunların yazmadığı cezaları uyguluyorsanız bunun adı zulümdür…. Etkiniz altına aldığınız bir takım yargı mensuplarıyla bu işleri görüyorsanız bunun adı d i k t a t ö r l ü k t ü r Bir takım kerameti kendinden menkul aydın(!) da Türkiye’de ‘Gorbaçov’un Glasnost’ dönemini yaşıyoruz, demokratikleşiyoruz, diyorlar..
demokratikleşme, gece yarısı ev basıp eşyalarına kağıdına küreğine el koymak mı? Bu çeşit muamele, kendisi gibi düşünmeyene bugün yapılıyorsa, yarın kendisine de yapılır. Hukuk herkese lazım!… Ülkede hukuk zedelenmiştir.”

Bakın sayın Başbakan, şu sözler sanki doğrudan size yöneltimiş gibi:
“ …Siz yine devletin omurgası olan askerinize güvenin. Devletinizin kurumlarının prestejiyle oynayarak nereye varacaksınız?.. Asker kanunların emrindedir. Kanunlarınız, askerin, sivil idarenin emrinde olmasına müsait değilse kanunlarınızı düzeltin.. Türkiye’nin korunması ve kollanması görevi askere verilmiştir. Evvela bu görevi askerden alın bakalım!..”
Sayın Başbakan,
İkide bir, söylemlerinizde, Menderes, ve Özal misyonundan söz edersiniz.. Bu söylemlerinizden, Demirel hayatta olmasaydı (ki kendisine daha nice sağlıklı yıllar dileriz.) onun misyonunu da görmezlikten gelmiyeceğınız sonucunu çıkarıyoruz. Çünkü sözünü ettiğiniz kişiler bu ülkenin siyasi kaderinde hem Demirelin beşte biri kadar bir süre ancak rol oynayabildiler, hem de Demirelden çok farklı siyasi görüşlere de sahip değildiler. İşte bu nedenle Sayın Demirel’in söylediklerini sadece bir görüş bildirme olarak değil, ayni zamanda “tespih çeken” eski bir dosta ikaz olarak algılayın.
Bizler bu ülkede her şeye rağmen, “*Sizi ben bile kurtaramam*” ikazlarının acı sonuçlarını hiçbir zaman görmek istemeyiz!…

7 Şubat 2010 Pazar

HERGÜN YENİ GÜNDEM, HERGÜN YENİ GÜNDEM ! ARTIK YETERRR !

Gün oldu dalga dalga Ergenekon operasyonları sardı ülkeyi..
Gün oldu,bitmek tükenmek bilmeyen darbe teşebbüsü iddiaları sardı ülkeyi… Ne dedikodusu bitti ne de sonu geldi teşebbüslerin… Konulmamış ad kalmamış darbe teşebbüslerine... Balyoz.. Eldiven... Sarıkız… Kafes… Yakamoz... Ayışığı… Adını unuttuklarım var mı bilmiyorum ama, daha neler var neler diyenlere bakılacak olursa devamı gelecek!..
Ne beceriksiz bir orduymuş ki, bunca teşebbüsten hep eliboş dönmüş.. Becerememiş. "Şeyinin şeyini, şey etmekten" ve kabinenin ağlamaktan sorumlu mağdur elemanı çok haklı, iyi ki bu (beceriksiz) orduyla savaşa girmemişiz diye sitem etmekte…
Günoldu aylarca ıslak–kuru imza ile meşgul oldu kamuoyu.. Arkasından suikast planları, yutulan adres belgeleri derken, bombalanan camiler, düşürülen uçaklar… Ortalığı toz duman aldı!..
Biz ülkemizi, yek sengine acem mülkü feda, bir ülke ve ulusumuzu da, ulusal bütünlük içinde kaynaşmış bir kitle olarak bilirken bir de gördük ki, gündemimize açılım düşmüş, meğer biz 36.5 etnik kökenli bir ulusmuşuz ve sevr’in yürürlükte olduğunu iddaa eden stratejik dostlara sahipmişiz de haberimiz olmamış!,,,.
Habur’dan giriş yapan barış elçileri ülkede yeni bir hukuksal sistem başlatmış, sanıklar yani muhtemel suçlular bundan böyle mahkemelerin ayağına değil, mahkemeler onların ayağına gider olacakmış!… Açılım tam olarak açılamadığından, içeriğini, sürecinin uygulayıcıları tarafından bile tam olarak saptanamadığından süresini, ve gelecek günlerde bizleri daha başka nelerin beklediğini bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, gündem değiştirme sıkıntısı çekildiğinde, yeni yeni konuların yeniden gündeme getirileceği!…
Son bir yıla bile baktığımızda bizleri daha çoook sürprizlerin beklediğinisöyleyebiliriz. Bunlar kürt-alevi-roman açılımları yanında yeni açılımlarmı olur, komşularımızla Ermenistan olayında olduğu gibi, yeni sıfır problemli dışa açılımlar mi olur, Kuzey Irak …. Devletine üst düzelde elçilik atamaları mı olur, tarikatları, ülkeye faydalı kurumlar statüsüne kavuşturmak mı olur, bilemiyoruz.
Tamda gündem sıkıntısı çekerken bomba gibi düştü yenisi!…
AKP sözcülerine göre, densizin biri, tutmuş Başbakana, o bizim için ikinci peygamber gibidir demiş.
Başbakan bu söylemin Meclise taşınması üzerine çok büyük bir öfke göstererek,"Benim partimde böyle bir densiz barınamz!" deyip olayı önce muhalefetin bir iftirası olarak ele aldı. Daha da ileri giderek, "Peygamberlik zincirinin Hz. Muhammedin vefatı ile sona erdiğini ve bunu bilmeyenleride cehaletle" suçladı.
Oysa, bunu söyleyen sıradan birisi değil, kendi partisinin bir il başkanı. Bu söylemi, kıyıda köşede, gizlide yapmamış, meydanlarda söylemiş.. Ve (belkide) bu söylemi ile, o ilin İl Genel Meclisi Üyeliği’ne 1. Sıradan aday gösterilip seçilmiş. Ve İktidar partisinin, bu söylemden haberleri olmamış!. Olacak iş mi? Haberleri olunca da, o söylem sahibi densiz apar topar partiden ihraç edilmiş !… Oysa, bize göre biad kurbanı olmuş adamcağız. Alınsize yeni gündem.
Burada üzerinde durulması ve gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var.
Başbakanın tepkisinde dikkat çeken nokta, gösterdiği tepkinin içeriğidir. Başbakan, kendisine peygamberlik payesinin yakıştırılmasından daha çok, peygamberlik zincirinin kopmuş olmasına rağmen, kendisine bu sıfatı yakıştıranın cehaletine kızıp köpürmektedir.
Oysa biz kendisinden, "her kim olursa olsun, hiçbir kimseye peygamberlik payesi verilemiyeceğini" duymak isterdik.
Daha üzerinden yıllar geçmedi, son seçim dönemini hatırlayalım
Ayni Başbakan, seçim meydenlerinda Son Osmanlı Padişahı Recep Tayyip Erdoğan afişleri altında halka nutuklar atmadı mı?
Peki, aynı başbakan, Son Osmanlı Padişahı Vahdettin ile bu ülkede padişahlık zincirinin koptuğunu bilmiyor mu?
Sormaz mıyız, o zaman kıpkızıl olacak kadar niye kızmadı?
Somaz mıyız, kendisine Peygamberlik payesinin verilemiyeceğini bilen başbakan, bu ülkede kendisine padişahlık payesinin de verilemiyeceğini bilmiyor mu?
Şimdi son sorumu soruyorum, Şayet son Osmanlı padişahı ben Mehmet HalilARIK pankartı açıp sokaklarda dolaşsam veya evimin balkonuna assam nerede olurum? Cevap açık değil mi? Ya Silivri’de ya da tımarhanede!…
Ayrıcalık niye!!??…