20 Kasım 2016 Pazar

"GEMİ AZIYA ALDIYSA KİŞİ; BİL Kİ ŞALVARLADIR İŞİ!"

Gemi azıya aldıysa kişi, Bil ki şalvarladır işi.” Ninemin sözüydü bu. Okuması yazması yoktu ninemin ama, olanları olaylara uyarlamada üstüne de yoktu. Toplumu germede, hedef saptırmada, değer yargılarıyla oynamada, yasa tanımazlıkta, gemi azıya alan ve azgınlaşan iktidarın, önümüze getirip koyduğu ahlaksız son teklif ortada işte… Tecavüzcü isen, mağdurunla evlen kurtul… Özü bu!.. Yok rıza… yok toplumdaki yerleşik kültür kurbanlarını koruma… yok, verilen ceza ile parçalanmış aileleri çoluğuna çocuğuna kavuşturma… Hepsi aldatma... Amaç, şeriata uygun evliliğe bir adım daha atma!... İlk adım değil bu. Siyasi sahtekarlık sürdükçe, son da olmayacak. Rüşvetçi, soyguncu, vurguncu, talancı, yalancı hırsız korunacak da, arsız, ahlaksız, tecavüzcü mü korunmayacak?... Olay bu!... Hey adalet!... Hepten mi terazin kabaktan, dirhemin b.oktan oldu!?... Hey üniversiteler!... Hepten mi, toptan mı medrese oldunuz!?... Hey diyanet!... Cennette, her gün adam başı yüz huri için inmeyeceği vadedilen o malafat kazıkları düzüp hazır etmekle mi meşgulsünüz? 8 bakanlığın bütçesine denk bütçe kullanarak, iktidarın görüşlerine uygun eşek yüküyle fetvalar taşıyan diyanet!... Trilyonluk araçlarla saray saray gezen diyanet!... Salt saraydan mı sorulur hesap? Allah da sorgu makamınız değil mi sizin!?... Ulemalığınız, saraylara uygun fetvalar yazmakla mı sınırlı? Ar damarınız, çatlamadı mı hala!?... Diliniz mi kesildi? Susmak şeytana eş olmaktı hani!. Hadi vicdan sustu… Ahlak sustu, akıl küstü… 13’ünde kız evlat ya da torun sahibi olan da mı yok içinizde?... Empatinin anlamı nedir bilmeniz beklenmez amma, hadi; kendi evladınız, torununuz olsun tecavüzcüsüyle evlenmek zorunda bırakılan çocuk!... Vicdanınız kabuk bağlamadıysa hadi rıza gösterin de görelim bakalım!.. Unutmayın ki rızanız, o yolun yolcusu olduğunuzun kesin delilidir. Dindarlığa kindarlık sokulurken sustunuz!... Ülkenin dörtbir yanını tarikatlar sardı sustunuz!... Susmakla kalmadınız, pek çoğunuz bizzat içinde oldunuz. Ve bunu dindarlığın gereği diye yutturdunuz!. “Aldatıldık”, “yanıldık” “Allah da milletimiz de affetsin!” Bu teklifle ahlakın ırzına geçmektesiniz… O Allah, bu millet, sizleri niye affetsin!?... Aldatılan ve aldatan ortaklığı sürerken siz ortaklığın dışında değildiniz… Birlikte ıslanmıştınız, yağan yağmurda… Ayni bağın gülü, aynı dağın yeliydiniz… Bari bugün susmayın!... İnsanlık adına… Savcısı, amiri memuru gidiyormuş düğüne. “Hem de hediyeleriyle!” Öyle diyor bakan. Hediye o kirli suça yasallık mı sağlarmış oluyor yani?. Bakan olup gören adam olamamak bu olsa gerek!... Sormak gerekmez mi o savcıya, yargılarken çocuk sayacağınız birinin başını tutanlara tanıklık etmek mi görevin senin!?... Amir memur, savcı, aile… imam toptan ahlaksız… Ses ver de sen ahlaksız olma!... Ailenin ve çocuğun rızası alınacakmış!... 13’ünde bir çocuğun rızası mı olur Ulan!.... 13’ünde bir çocuğun rısazı vardır kararı verececek o hakimin ta vicdanına… 13’ünde bir çocuğun rızası vardır deyip nikahını kıyacak o imamın ta izanına… 13’ünde bir çocuğun düğününe hediyesiyle giden o mumurun, o savcının o amirin ta ahlakına… Rıza vererek, tecavüzcüsünün koynuna yavrusunu teslim eden o ananın babanın ta insanlığına… Bu yasa önerisini vererek, savunarak, yasalaştırmaya çalışan, bakanından milletvekiline, onaylayanına kadar topuna… Allah belanızı versin diyerek vicdanlara havale edeceğim… * Bari eşeklerle ilişkiye de evlilik zorunluluğu getirin de kimlerin eşşşek ve eşeklikten yana olduğunu da anlayalım!... * “Beş çocuğu olmayanı müdür yapmam”… demiş Orman Bakanı… Liyakati esas almayıp, bilmem-neyinin gücünü ölçü alıp beş çocuk şartı koyanı (makama saygı saklı kalmak kaydıyla) kapının eşiğine bağlarsam ben de adam değilim!... Mehmet Halil Arık Emekli eğitimci – DENİZLİ mehmethalilarik@gmail.com

28 Şubat 2011 Pazartesi

SAĞLIKLI SİYASET!...

Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilari@gmail.com
mharik20@gmail.com
26.02.2011
SAĞLIKLI SİYASET İÇİN!...

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...
Diyorki, Muhibbi (sevgili) takma adıyla yazan Kanuni Sultan Süleyman;
Halk, devlete sultan olmayı, en geçerli mertebe olarak görür... Oysa, bir tek sağlıklı nefes, o yüce makamdan daha değerlidir. .
Sağlığın önemini daha güzel anlatan başka söze gerek var mı?
Sağlığın sultanlıktan bile değerli olduğunu herkes bilir. Buna rağmen, ne sultan yapar bilinenin gereğini ne de tebaa..
Yapmaz, çünkü, sultan hastalığını kabul etmez, teba da Sultan’a sen hastasın diyemez!.. Tarihte çok örnekleri vardır bunun!?.. Deli Petro kaç yıl yönetti ülkesi Rusya’yı!?..
Bizim Deli İbrahim, (1640-1648) Osmanlı’ya hayrı dokunmasa da, yönetmedi mi ülkesini, 8 sene süreyle, saray avlusundaki balıkları altınlarla besleyerek!?..
Her Sultan (Sevgili) değilki, farkına varsın da, birtek sağlıklı nefesi devlet olmaya yeğtutsun!
Böyle bir davranışı çakma sultanlardan ve padişahlardan kimse beklemez zaten!..
Bu noktada halka, ülkesi adına çok önemli bir görev düşmekte!..Görevin ihmali halinde toplumun gelecekte zarar görmesi kaçınılmazdır!..
Sakın olaki, bir kişiye, sultanlık ve padişahlık payesi verilmeye!..
Bu paye onların, zaten tam kurulamamış dengelerini iyice bozmakta..
Bozulan dengenin farkında olmaları beklenemez..
Sözünü ettiğimiz konunun işaret fişekleri de, işte tam bu noktada patlar!..
Asılsız bir payenin verdiği yücelik duygususu, zaten bozuk olan mekanizmada, bir fünye gibi, işi çığırından çıkarmaya yeterde artar!....
Sanal sultanlık, veya padişahlık payesinin bünyeye sinmesiyle; bakmışsın kişi, “ister asarsın-ister kesersin” noktasına gelmiş!.. Tek güç; tek merkez!.. ilan edivermiş kendisini.
Üç-beş’le sınırlı değildir örnekler..Kalındır tarih kitapları.. Sayfalar dolusu anlatılır, krallar, firavunlar, tiranlar sultanlar.. Mübarekler, Bin Aliler, Kaddafiler...
Sultanlığı sindirmiş olmaya görsün birkez içine!.. Görün neler gelir peşinden!..
*Talimat, emir ve kararları, uygulama, gereğinde devretme yetkisinde görür kendisini.

*Üatünlük duygusu, gözdağı verme, başkalarını korkutma sadece davranışlarına değil, yürüyüşüne, el kol hareketlerine mimiklerine kadar yansımıştır!..

*Tüm beyinleri teslim alma sevdasına düşmüştür..Artık davranışlar, mantığın, iradenin, izanın hatta vicdanın kontrolundan çıkmıştır..Ne kendisi farklı düşünür, ne de farklı düşünülmesini ister. Muhalif düşüncelerin amansız düşmanı kesilir!..
Bir not düşelim burada: Tüm bunlara rağmen, şaşırtıcı olanı şudur ki, bireyde fiziksel bir anormallik görülmediği gibi, aşırı bir güven duygusunun geliştiği de açıkça görülür.

*Söze mağduriyetle başlar, öfkeyle bitirir. Alkış ve taltif alırsa, yola devamla yetinmez..

*Korksa da, korkutmayı, ve bu yolla korkusunu hem yenme hem de belli etmeme yolunu seçer..Tedbirlerini de bu plan doğrultusunda kurar, kurgular ve geliştirir.

*Diğer insanların duyguları, arzu, istek ve beklentileri umursanmaz..“ben-merkez” üzerine kurulmuş ve kurgulanmıştır herşey. Çevre seçilirken de bu ilke gözetilir.

*Empati yapmaz, saldırgandır, diğerlerinin niyetlerini düşmanca ve tehdit edici olarak algılarlar.. Söze daha çok “birileri” veya “onlar” diyerek başlar. Ayrımcıdır.

*Tepkilerinde hep haklı ve mantıklı olduğuna inanır..İnandırmak için yine öfkeyi kullanır.

*Kendinden kaynaklanan suçlar veya başarısızlıklarda bile, suçlu hep, karşısındakilerdir. Bu güç gösterisinin bir parçası olarak yapılır.

*Kendi çevresine bile güvenleri düşüktür..Yakınındakilerle bile tartışma ve sürtüşmeye girmekten çekinmez. Onları kapı önüne koymakla trene almamakla tehdit eder.

*Sürekli korunma ihtiyacı duyarlar. Bir koruma çemberi içinde gider gelirler.

*Gergin ve öfkelidirler. Bu durum, yalnızca suratlatına değil, davranışlarına, hareketlerine, söylevlerine de yansır. Konuşmaları azarlayıcı ve yüksek seslidir. .

*Planlar günlük dürtüler, ve inatlaşmaları üzerine kurgulanmıştır. Bireysel çıkarlar öndedir.

*Başkalarının yaşam biçimlerine verilen tahribata karşı duyarsızlık hakimdir.Toplumsal tahribatlar, yeniden yapılanmanın gereği gibi sunulur, öyle algılanmasını isterler.

*Yalan, riya, iftira, gerçekleri çarpıtma, anlam saptırması, amaca ulaşmada, bir araç olarak kullanılırken, ayni anda karşı taraf edep ve hayaya davet edilir.

*En yoğun duyguları öfkedir. Öfkelerini maskeleyemezler. Bazen bu öfke patlamaları vicdan boyutunu aşar, toplumsal sorunlara neden olabilecek intikam boyutuna uzanır.

*Bir taraftan, öfkenin hoş görülmesi gereken insani bir duygu olduğu söylenirken, diğer taraftan, benzer insani duygulara karşı aşırı tahammülsüzlük gösterilir.

*En küçük bir insani fiziksel zaafı veya hatayı olağanüstü büyütürken, kendi hatalarını kabul etmediği gibi, kendi eleştirilerinin üzerine eleştiri getirilmesine bile hoşgörülü olamaz.

*Davranış ve konuşmalarında, alaycı, kırıcı, dışlayıcı, itici ayrıştırıcı, bölücü ve kışkırtıcıdır..
Kendisi bunları şiddetle reddederken, öfke nöbetinin hezeyanıyla benzer sözlerle karşı taraf edebe davet edilir. Doğaldır ki, ses tonu yine en yüksek, surat tepeden tırnağa kıp-kızıl!...

*Öfke ve öfkeli görünme savunma aracı olarak kullanılır. Öfke hem silah, hem kalkandır..

*Özellikle kalabalıklar önünde, anlaşılamayan, ani ağlama nöbetleriyle hem ağlar hem ağlatır.

*Herşeyi eniyi kendisinin yaptığı ınancıyla, özel bir saygıyı ve yaklaşımı hakettiğini düşünür. Ancak, Bu saygının bir gün gelip biteceği endişesi onu çileden çıkarır. Öfke ve bayılma nöbetlerini tetikleyen asıl faktör budur. En büyük korkusu, gün gelip,statü ve terfi kaybına uğrayacağı ve hesap sorulacağı korkusudur.

ANLAŞILMIŞ OLMALI Kİ: Çakma sultanlığa verilecek alkışlı desteğin, kişiye fayda getirmiyeceği açık!.. Aksine, dengesini daha çok bozacağı bilinmeli ve ona göre davranılmalı

Bildikleriniz, tanıdıklarınız veya alkışladıklarınız arasında böylesi davranışlar gösteren varsa, onların toplumdan uzak tutulmasında, yine toplumsal açıdan büyük yarar var!..
Ona, Muhibbi’nin (Kanuni Sultan Süleyman’ın) sözünü ettiğimiz şiirinin son beyiti ile çağrıda bulununuz... Belki, sizleri, bizleri dinlemez ammaa!...Sultan Süleyman dostunu da es geçecek değilya!..
Ger huzur itmek isretsen, ey Muhibbi, fariğ ol;
Olmaya vahdet, cihanda kuşe_i uzlet gibi!...
Yani diyorki Muhibbi; Koskoca Kanuni Sultan Süleymen
Eğer huzur bulmak istersen ey sevgili, (muhibbi.. hem sevgilisi hem kendisi) herşeyden arın, elini eteğini çek / Dünyada köşesine çekilmek kadar huzur veren bir durum yoktur!..

13 Şubat 2011 Pazar

BAŞBAKAN'A ÇOK AÇIK MEKTUP!..

Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
mharik20@gmail.com

SAYIN BAŞBAKAN’A
ÇOK AÇIK MEKTUP...

Sayın Başbakan,
Televizyonlarda karşımızdasın...öfkeyle birilerine haddini bildirmektesin!..
Gazetelerde karşımızdasın..haşin bir fotoğrafın..yanıbaşında da, sütunlara sığmayan, öfken!.
Meydanlarda karşımızdasın!..yaklaşılmaz, öfkeli tavrınla!..küçük dağları tek başına yaratmış, büyük dağlara da yardım etmişlik edasıyla..
Sokaklarda karşımızdasın!..afişlerde, bilbordlarda, panolarda, otobüs duraklarındasın!. Bir resimlik alan bulunmuşsa boş bırakılmamış!.
Fotoğraflarınız öyle özenle seçilmiş ki, yol boyu, gelip geçenleri dikkatle izlemektesin!..
Meydanlara çıkışında, caddelerden geçişinde, etrafında oluşuveren, erk, debdebe ve koruma çemberiyle, sana layık görülen “sultanlığı”, “son Osmanlı Padişahlığı”sıfatını iyiden iyiye kabullenmiş görünmektesin!.
Aklından düşürmediğin “başkanlık açılımının” gerekçesi de bu olsa gerek!..
Yapılması gereken açılımların tamamını yaptınız!..Hepsini başardınız sanki de birtek “başkanlık açılımı” kalmıştı!..bu açılımı da yap da ne gözün açık gitsin, ne de bir ahdın kalsın bu fani dünyada!..
Siyasete başladığın ve geldiğin noktalar arasındaki mesafe ne kadar büyükse, zaman aralığı da o kadar dar. Ölçütü bilenleri, hızınla korkutuyorsun sayın Başbakan!.. Hızın hırsa dönüşmüş olması korkutuyor!..
Bakışlarınla korkutuyorsun, yürüyüşünle korkutuyorsun.. Söylem biçiminle korkutuyorsun!..
Zaaflarınızın öfkeye dönüşmesinden, öfkeyle hırsın bileşkesinden korkuyoruz!..
“Öfke de bir hitabet sanatıdır!” demiştiniz..Bu bir icad ve sizde bir mucid. İcadınızla meydanların nasıl oya tahvil edilebildiğini de yine siz öğrettiniz.. Başarınca da sürdürdünüz.. Hem de öfkenin dozunu artırarak. 2005-2007’lerin Tayyip Bey’ini arar olduk!..
Benim de zaaflarım var, beni böyle kabullenin demeniz soğutmuyor içimizi!..İBaşbakanlık sıfatınızdan ötürü kabullenemiyoruz öfkenizi ve kırıcı sözlerinizi.
İş bukadarla da bitmiyor!.
İmamın abdestini bozan ufacık bir kabahatinin, cemaatte nasıl yankı bulacağını bilen bir kültürden geliyoruz..Hem kanıt hem örnek olmanızdan korkuyor ve kabullenemiyoruz!..
Baskı, sıkıştırma, tahrik gib topluma dayatılan etkiler; tıpkı, yoksulluk, yolsuzluk, açlık, işsizlik, hukuksuzluk, eşitsizlik, kölelik... gibi toplumda patlamaya-kaosa yol açar.
Söylemleriniz kırıcı, ayrıştırıcı!.. Toplumu germekte.. kamplara bölmekte!.. Açılımlarınızın içi boş!..Vaatleriniz belirsiz, arkası görülmemekte!.Ülkenin gelecek vizyonu plansız, belirsiz. Belki de planlı da, biz bilmiyor!.. Oysa halkı rüzgardan çok, dümenin yönü ilgilendirir..
Demokrasi, farklı düşüncelere ortam sağlamaktır; ayrışmak değil.. Ülkü ve hedef birliğidir ülke insanlarını kardeşçe birarada tutan!.. Ulusal kurtuluş zaferler bu sayede kazanılır!..
Varolmanın ilk şartı, ulusal temel ilkelerin tartışılmazlığıdır!.. Oysa sizin tartışmaya açtığınız her husus, ulusu ayakta ve biarada tutan sütunlara indirilen balyoz darbeleridir!..
Ortak değerler, ulusal kutsal değerlerdir. Cumhuriyet gibi.. ordu gibi.. tarafsız ve eşitlikçi hukuk gibi..Ulusların kırmızı çizgileridir bunlar. Statü ve görevimize bakılmaksızın, kutsallar söz konusu olduğunda, çiğnetmemek adına canlar fedadır!..
Ama, ne yazık ki; en temel terimler üzerinde bile söylem birlğimiz yok!.. Bazen, söylemler örtüşür gibi görünse de algılar farklı!.. Niyetler farklı olunca, algıların farklı olması doğal!..
*Direnme, şartlar zorladığında haktır diyene, bu eşkiyalıktır demek, bilerek kavram kargaşası yaratmaktır, çarpıtmaktır!.
Mısır halkının direnişine hak verip, Hüsnü Mübarek’e, halkın sesine kulak ver ve çek git demeçleri verilirken, kendi ülkemizde daha masum haklar için direniş çağrılarını eşkiyelıkla suçlamak perhizde lahana turşusu değilse nedir!?
*Özgürlük anlayışında, ulusun temel ilkelerine saldırmak, küçük düşürmek, kurumlarını yıpratma, hakkı yoktur!..Kurumlar var ve işlemekteyse,ülkede demokrasi vardır ve işlemektedir.. Ordu ülkeyi, hukuk bireyi korur!.. Samimiyetle soralım:
Yıpratılmış ve zayıflatılmış bir ordu, düşmanlardan ve hainlerden başka kimin işine yarar ki!..
Darbeyi önlemenin yolu orduyu yıpratmak değil, demokrasi çarkını doğru işletmektir. Demokratik kuralların eksiksiz işlediği hiçbir ülkede darbe yapıldığı görülmemiştir.
*Hukuk siyasallaşırsa, hukuk ayrışırsa, güvence olmaktan çıkarsa, söz biter, tuz kokar!.
*Hukukun üstünlüğünün, üstünlerin hukuku demek olmadığı söylemlerinize kim katılmazki?.. Nevar ki, ülkemizdeki uygulamaların bu veciz söylemle paralellik taşıdığı inandırıcı mı?. Bu konuda yüksek yargı kurumlarının kuşkuları ortadayken, buna kim inanır!?.. Cübbelerini vicdanlarına kalkan yapanlar, mahkemeleri kadıya mülk görenler, direnmeyi sadece kendileri için hak görenler dışında!...
*İnançlı bir demokrat, ne toplum, ne de kişiler üzerinde tahakkümü kesinlikle istemez!.. Ancak, asli görevi devleti ve ulusunu, içerde hainlere, dışarda düşmanlara karşı korumak olan kurumların görev tanımını vesayet saymak, art niyetli bir planın ifadesidir.
Ayrıca, vesayetten kurtarma bahanesiyle, toplumu, bir başka gücün vesayetine sokma çabalarının sağlıklı yorumunu hiçbir akıl, izan ve vicdan sahibi yapamaz!.
*Güçler ayrılığı demokrasilerin vazgeçilmez ilkesidir!.. Parlamenter sistem, yönetim erkine yetkiler tanımıştır. Bu yetkiler sınırsız olmamakla birlikte, sağlıklı ve demokratça bir yönetim için oldukça geniş ve yeterli yetkilerdir. Bu yetkilerle yetinmeyip, yeni tetkiler peşinde olan kişi, demokrasiyi hazmetmiş olamaz. Tek elde toplanmış yönetim şeklinin adı faşizmdir veya diktatörlüktür!. Böyle bir yönetimi elinte tutan kişi demokrat değil, Diktatördür, sultandır, kraldır, tirandır, firavundur!..
Özenilen ABD, federe-eyaletler; özünde devletler topluluğudur.. Eğer, ülkemizde, başkanlık sistemi böyle bir federatif sistemin kapılarını açmak için tartışmaya açılmışsa, işte o zaman, direnme hakkı, Atatürkün Gençliğe hitabesindeki emirlerin yerine getirilme boyutuna kadar uzanır!..İşte o zaman direnme hak olmayı da aşar, görev olur!..
Sayın Başbakan,
Mevlana’nın, sizinde meydanlarda sık sık tekrarladığınız en güzel deyişi, “ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözüdür. Şeffaflıktır özü..
Birtek bu düstur bile, hayat felsefesini yerli yerine oturtmaya yeter... Bizde sizi bu çerçevede görmek istiyoruz... göremiyoruz.. Toplumu kucaklamıyorsunuz.. konuşmalarınızda bir kesim sürekli dışlanmakta!.. “onlar!” veya “birileri!” diyerek başlayan sözleriniz itici, kırıcı!.. hemde bölücü ve dışlayıcı.. Dışlamanız bazen, sınır tanımıyor!.. Söylemleriniz sadece kırıcı ve dışlayıcı değil, ayni zamanda, öfkeli, alaycı, küçümseyici..Konuşmalarınızda seçilen sözcüklerin dozu kaçık!..Mahalle kavgalarında sarfedilseler, kavganın sonu hiç iyi bitmez!..
Ben bir eğitimciyim.. Sizin de öğretmeniniz olacak yaştayım.. Nitekim, size çok yakın milletvekili ve danışmanlarınız arasında benim öğrencilerim de var!..
Rica edin onlardan, siyasete atıldığınızdan bu yana, hiç değilse, son 4-5 yıllık konuşma metinlerinde kullandığınız sözcüklerden, cümlelerden bir derleme yapıp getirsinler size... Bakalım, kendinizi takdir edecek misiniz!?..
Siyaseti, siyasetçiler kirletir.. Temizlemekte onlara düşer!..
Bu konudaki sorgulamayı Tanrı’dan önce tarih yapacaktır!.. Sizce cevap ak’mıdır!?
Özeleştirinizi vakit geç olmadan yapınız.. Unutmayın ki, yarın kimselere vadedilmemiştir!..
Saygılarımla... 07.02.2011

7 Kasım 2010 Pazar

M.Ali Birand'a verilen cevap!..

Mehmet Halil Arık Emekli eğitimci – DENİZLİ mehmethalilarik@gmail.com

Not: Bu mesaj, sayın Birand’ın e-mail adresine defalarca iletilmiş, herkeresinde geri dönmüştür. Belki biryerlerden eline geçer ümidiyle sizlerle paylaşıyorum!...(M.H.A.)
Sayın Birand “TSK, Başkomutanına Rest Çekti” başlıklı yazınıza cevabımdır. Ben de kim miyim!?. 68 kuşağından, ülke sorunlarına duyarlı, emekli bir eğitimciyim.. Devleti bağımsız, milleti özgür, cumhuriyeti; demokratik ve sosyal hukuk sistemi üzerine oturmuş, kurumlarıyla güçlü bir Türkiye özlemi ile yanıp tutuşan, 67’sinde Atatürk sevdalısı bir eğitimci!.. Öylesine bir cümle ile girmektesiniz ki söze, mesajınızın ışık hızıyla hedefine ulaşıp, size taktir ve taltif olarak döneceğinden emin olabilirsiniz.. Bunca deneyim sahibi MAB’dan da beklenir olanı ancak bu.. Eski yoldaş ve yeni yandaşlar abalıya vururken, vurup parsa toplarken, yörük kızı misali sizin eliniz peynir ovalayıp gözünüz çoban kovalayacak değil ya!..Elalemin vurduğu hedefe sizde vuracaktınız elbet!..Yoksa, silinip gitmek, kapı önüne konmak var!.. Hem önemsemeli, hem önemsetmelisiniz kendinizi yazdıklarınız ve yaptıklarınızla! Bahse konu makalenizle de tam bunu yapmışsınız zaten!..
Her kesimden taltif ve taktiri, beklemeyin ama!.. Hele, laik, ulusalcı, demokrat, sosyal ve gerçek hukuk devletinden yana olanlardan!.. Güçlü bir Türk silahlı Kuvvetlerinin dışarda düşmanlara, içerde hainlere karşı en güvenilir kurum olarak varlığını sürdürmesi gerektiğine inananlardan size katılmalarını beklemeyin. Ben de katılmayanlardanım. Kendimi sizin kadar önemsiyorum!..Yazdıklarımı da kendinizinkiler kadar önemseyiniz!..Farkımız, size sağlanmış olanaklar kadar!.. Siz köşe sahibisiniz, ben değilim.. Siz dilediğinizi yazar, yüzbinlere iletirsiniz, ben bundan yoksunum.. Bu sizin “daha değerli” olmanızı sağlamaz!.. Çok ülke görmüş olabilirsiniz.. Çok üst düzeyde tanıdıklarınız da olabilir. Siyasi olarak korunup kollana bilirsiniz de!.. Bu size dokunulmazlık sağlasa da üstünlük sağlamaz.. Sizin yorumlarınızı “doğru ve tartışılmaz” kılmaz!.. Sizden duyarlılık ve sorumluluk beklemek de biz okuyucuların hakkı olsa gerek!.. İşte bu hakkımı kullanma adına yazıyor, Yazımın da köşenizde yayınlanmasını talep ediyorum!. Bu sizin demokrasiye inancınızın bir göstergesi olacaktır!.. Demektesiniz ki; *“TSK,’ yı temsil eden, G.K. Başkanı ve dört kuvvet komutanı, Cumhurbaşkanı’nın davetine gitmeyerek ,başkomutanlarını tanımadıkları mesajını verdiler.. Bu yaklaşım “seni tanımıyorum” demektir..... başkaldırı olarak yorumlanabilir.” Cevap: Bay Birand, başkaldırmakla suçladığınız kurum bu ülkenin Silahlı Kuvvetleri.. Kimi, kime karşı kışkırtmaktasınız? Başkaldıranı, ortadan kaldırmak meşru bir eylem sayılacağına göre, yaptığınız nedir!?.. Kimi hangi göreve çağırmaktasınız!? Kanunlarda hiçbir değişiklik yyapılmamışken “dünün yasaklarını” bugün yok saymak niçin “başkaldırı” olmuyor da bir resepsiyona katılmamak “başkaldırı” oluyor!?.. Vaka-i hayriye özlemi dalalettir!.. *”TSK’nın bu tutumu ülkeyi, “Onların Türkiye’si” ve “Bizim Türkiye’miz” diye ikiye ayırmak anlamına gelir... Ülkenin bölünmez bütünlüğü üzerinde titrediğini söyleyen TSK’ın attığı adım, herkesi şaşırtmış...” Cevap: TSK’nın ülkeyi bölmek gibi bir eylemin içinde göstermek, düpedüz hayasızlıktır!.. Nedeni bilindiği halde, çarpıtmak ve erdemsizce bir gerekçeye dayandırmak!.. söyleyeni yüceltir mi!?.. TSK; ülkenin bölünmez bütünlüğü üzerinde gerçekten (t i t r e y e n ) ve gereğini yapan kurumdur!..sadece (titrediğini söyleyen) değil!.. “Hayır diyenler şer odağı!..” “bize muhalefet edenler darbeci!..” diyenler, dillerini, bayraklarını, yönetimlerini, hatta sınırlarını ayırmaya kalkanlar bölücü değil, TSK bölücü öyle mi!?... Yuhhh!. *TSK’nın, bu yaklaşımları ile verdikleri mesaj, meşru bir Cumhurbaşkanını tanımamanın ötesinde, son derece ciddi yeni bir süreci başlatmaktır. Bu şekilde, önümüzdeki dönemde, AK parti iktidarının türban yaklaşımına karşı direneceğinin de mesajı verilmiştir. Cevap: Bu yorumunuzla, TSK’ya karşı, kışkırtmanın bir başka türlüsünü yapmaktasınız; hem de öylesine ki, türbanı, cumhurbaşkanını tanıyıp tanımamanın da önüne geçirerek!.. “Meşru cumhurbaşkanını tanımamanın daha ötesi, türbana karşı olmak...” Bu akıl almaz yorumunla, kimlere hangi mesajı iletmektesin!?.. Demek ki, sana göre, cumhuriyetin temel ilkelerine karşı yapılan girişimlere karşı çıkılmamalı!?..Ancak, şunu bil ki;Yurtseverler, senin istediğin bu erdemsizliği gösteremez Bay Birand, hem bil hem de ulaşabildiklerine ilet!...
*”Oysa türban konusunda tavır almak TSK’nın değil bizlerin görevidir. Bizler beğenmediğimiz politikaları AKP’nin önünde dik durarak, mücadele ederek engelleriz. Bu işler artık top tüfekle yapılmaz.” demektesin.
Cevap: Eğer, bir ordu, hele TSK; develetin temel ilkelerini korumada duyarsız kalırsa, sadece görervini ihmal etmiyor, ülkesine ihanet ediyor demektir.. Ordu, Bu görevi Birand’lardan beklemeye kalkarsa, gaflete düşer!.. Bugüne değin gösterdiğiniz biçimiyle, duruşunuz hiç de umut verici değil!. Bu işler top tüfekle olmaz, doğru!.. ama cart-curtla hiç olmaz!..

20 Ekim 2010 Çarşamba

DEYİŞLER!...

DEYİŞLER

Şarap üzüm kanıymış,
Kan İçmem, vazgeçerim.
Ama dökmem,
Kan dökmektense içerim.

Sevmek esaret diyorlar,
Esir olmam, vazgeçerim.
Sahibi sevgiliyse kölenin
Severim, esareti seçerim.

Çiçek dalinda güzelse,
Koparmam vazgeçerim.
Canan içinse çiçek,
En güzelini seçerim.

Uyumak yarı ölmekse,
Uykudan, vazgeçerim.
Sevgilinin koynundaysa uyumak,
Uyurum, yaşamaktan vazgeçerim.

Takiyye varsa bir dinde,
Dindar olmam vazgeçerim.
Cehennem bile olsa mekanım,
Cehaletle savaşmayı seçerim.

Tahsille baki kalacaksa eşeklik,
İstemem öylesini ,
tahsilden vazgeçerim.
Dürüstlüğe sembol olacaksa eşeklik,
Eşekliği belleten öğretiyi seçerim.

Hayat, gölgasinde olmaksa bir insanın
İstemem öyle yaşam,
O yaşamdan vazgeçerim.
Huzur verecekse bir ağaç gölgesi;
En koyusunu seçerim.

Çıkarlarla sağlanıyorsa bir güç,
İstemem öylesini,
o güçten vazgeçerim.
Padişahlık bile kazanılsa sonunda,
Kendime kul olmayı seçerim.

Yalanla iktidarı sürdürmekse hüner,
İstemem!.. iktidardan vazgeçerim.
Sözkonusu olunca Ata'm ve Vatan,
Uğrunda can vermeye çekinmem!..
and içerim!...
M. Halil ARIK
mehmethalilarik@gmail.com

DE HADİ!..

Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci- DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
DE HADİ!...
“ŞİLİ’Lİ MADENCİLER
DÖRT DÖRT’LÜK
ŞOV YAPIYOR!..”

Yazıya başlarken, şili’de 2 ayı geçgin süredir, yerin 700 metre altında, olağanüstü koşullarda yaşam savaşı veren 33 madencinin kurtarılma operasyonu devam etmekte!..
Şu an; altısı gün ışığına ulaşmış durumda!.. Heyecanla devam ediyor operasyon!.. Her kurtarılan madencinin, eşine ve çocuklarına kavuşma sevincini tarif edecek kelime yok sözlüklerde!.. sadece kavuştuklarına sarılıyor, sarılıyorlar!.. Devlet başkanları da ortak oluyor bu tarifsiz sevince!..
Televizyon spikeri, “dünyanın gözü kulağı, Şili’deki en karmaşık mucize kurtarma operasyonunda!..” anonsuyla; dünyanın da bu olağanüstü çabaya verdiği önemi ve tarihi anı duyuruyor!..
Bütün dünya canlı seyrediyor bir insanlık dramının, nasıl bir gayretle sevince dönüştürüle bildiğini!..
5 Ağustos’ta yaşanmıştı bu acı olay, tam 33 madenciyle!.. 14 Ekim’de mutlu sonla noktalanmak üzere, tam kadro, şu an!..
17 Ağustos’ta yaşanmıştı, dramın bir benzeri!.. Dünya’nın bir başka köşesinde... Ülkemizde, Karadon’da... Yaklaşık aynı derinlikte. yaklaşık eşit sayıda, 30 kurban ile!..
Birisinde 33 kazazede, 33 sağ-salim kurtarılan emekçi; diğerinde, 30 kazazede, 30 ölü, ikisi hala kayıp!..
Birisinde, yetkili ağızlara göre, “güzel öldüler” madenciler!..
Diğerinde ise, güzel kurtarıldılar tüm dünyanın gözleri önünde!..
Birisinde,“kader” bildi yetkililer ölümü, diğerinde ise, kurtarmayı borç!..
Birisinde umuda yolculuk, mutlu sonla, dedi yeniden yaşama, “merhaba”!..
Diğerinde, 700 metre yerin altında, diyemedi bile dostlarına, sevdiklerine, merhaba!..
Birisinde insanüstü gayretlerle, salimen ulaşıldı emekçilerin tümüne!.. “kaderdir” ölüm maden işçisine denilmedi!.. kefen biçilmeden umutla yürütüldü çalışmalar!..
Diğerinde salimen ulaşılamadı emekçilerin hiçbirine!.. “güzel ölüm” diyerek halkı teselli etme safsatasıyla, beceriksizliği örtmek, kaderciliği hakim kılmak çalışmaları yürütüldü, umudun üstüne şal çekilerek!...
Her ikisinde de kalabalıktı, maden ocağının başı!.. Birisinde, neşe ve umut hakimdi toplananların yüreklerinde, diğerinde, hüzün, öfke ve umutsuzluk!..
Kalabalıktı, maden ocağının başı her ikisinde de!.. Birisinde, ocaktan çıkarılan cenazeleri teslim almak için; diğerinde, kurtarılanlara sevinci paylaşmak, sarılmak için!.. Her ikisinde de, sesler yükseliyordu maden ocağının başından!.. Biriside; kurtuluşa patlayan şampanya sesine karışan sevinç çığlıkları, diğerinde ölümün acısını haykıran ilahiler!. Her ikisinde gözyaşı vardı akan!. Şili’de sevince, Karadon’da acıya!..
---------------------------------------------------
Gelelim işin bir başka boyutuna....
Erdemsizlik odur ki; kendi yapamadığını başkası yapınca küçümsemek...
Başarıyı küçümsemek, başarıyı değil de küçümseyeni küçültmekten öte ne işe yarar!..
Beceriksizliğin verdiği aşağılıkduygusunun karşıdakini aldatma, gerçeği çarpıtma, yalanı yutturma amacına dayanak yapılması, erdemsizliğin bir başka boyutudur!..
Bütün dünyanın ibretle izlediği o gurur verici kurtarma operasyonunu, “Şili’de değil bizde olsaydı, 3 günde çıkarırdık” diyerek bütün dünyayı kendimize güldürmeyi madem göze aldık; “şov yapıyorlar, dört x dörtlük şov yapıyorlar” diyerek dile getirilseydi bari küçümseme!.. Onurlu davranışa tepki anlamında, bu alaycı tavrı nasıl olsa duymuştuk!..
Büyük alkış ve takdir alırdı bu sözle, hem yandaş basından, hemde başbakanından!..
Cehaleti, aptallık boyutuna indirgeyip, söylediklerine inanmamızı bekleyenler, sadece yaptıklarıyla değil, söylemleriyle de küçülürler!..
Haber aynen aşağıda!.. Yorum sizin!..
"Şili'de değil bizde olsa 3 günde çıkarırdık"
“Şili'deki maden kazasında mahsur kalan işçilerin yeryüzüne çıkarılması hakkında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer "Böyle bir kaza bizde olsaydı, madencilerimizi üç günde çıkarırdık dedi.”
Haberin devamını ben okumadım... Yüreğim elvermedi. Sizin yüreğiniz yeterse devamını bulun okuyun!..
Karından bacaklıların doğada biyolojik bir tür olduğu bizlere öğretilmişti ama, karından ağızlıların varlığından yeni yeni haberdar oluyoruz!.. Bu söylemle, 5 aydır cesetlerine bile ulaşılamıyan kurbanların kemikleri ve yakınlarının burun direkleri bir kez daha sızlamıştır herhalde!..

11 Ağustos 2010 Çarşamba

HAYDİ BASTIR KILIÇDAROĞLU!..
HERŞEY İYİ GİDİYOR!..

Recep bey öfkeli..
Recep bey kaygılı,
Recep bey telaşta...
Yüce divana gitmenin telaşında..
Konuşmaları ele veriyor Recep Bey’i...
Medet arıyor.. Menderesten..
Mevlana’dan, Dadaloğlu’dan, Özal’dan..
12 Mart’tan, 12 Eylül mağdurlarından..
Yeni bir 28 Şubatı, çok bekledi, ordudan;
Olmadı, oysa memnundu mağduru oynamaktan..
Ergenekon, Balyoz, Kafes, Eldiven, Ayışığı daha bilmem ne bela,
Darbeler planından, ne yazık ki, bir muhtıra çıkmadı!...
Gözyaşı döküyor Recep Bey.. Medet umduklarına sığınıp!..
Dökülen gözyaşı, asılanlara değil,
Asılanların gösterdiği metanete hiç değil!..
Zinhar yanlış anlaşılması!..
Dilenci gözyaşlarıdır, ailecek salya sümük dökülen..
Senden zengindir amma;
Yalvarır-yakarır, gerekirse ağlar, ister senden dilenci!..
Verirsen iyi olursun, vermezsen, öfkeye, bedduaya garkolursun,
Birgün bakmışsın, Ergenekona ortak olmuşsun,
Kendini Silivri’de bulursun!..

Gözyaşı korosunun gösterisi, tezgahların bozulmuş olmasınadır..

Yürekleri yanıyor yandaşlar tayfasının;
Kurulan tezgahamı, yarıda kalana mı yansın, dayansın yürekler!..
Ya öfkeyle bağıracaklar, ya oturup ağlayacaklar!..
Meydanlarda, sesi titrek recep Bey’in..
Suçüstü olduğunun resmidir..
Telaşta Recep Bey;
Oysa ne de güzel kurulmuştu tezgah!..
Tam da mahkeme mülk olacaktı kadıya!..
Olmıyacaktı bir daha zeval!..
Durup dururken, nereden çıktı, bu memur Kemal!..
Başarırsa, inanıyor ki, deliğe süpürülmeyecek!..
ABD gezileri sayıca beşyüzleri geçecek!..
Özgürlük, demokrasi, hak, hukuk, diye diye,
Takiyyeyle işler idare edilip, kurumlarla ilgili, planlar işleyecek.
80 yıllık laiklik tarihe gömülecek!..
Oysa, Kılıçdaroğlu geldi, meydanları doldurdu!..
Recep Bey’in planları bozuldu, herşeye maydanoz oldu!..
Şimdi artık, pilanlar bir bir suya düşecek!..
Yüce divan için kendi hakimini seçemiyecek!..
BOP eşbaşkanlığı artık sona erecek!..
Açılım küfesinin yükü altında ezim ezim ezilecek!..
Yetmiyecek Habur’un hesabını verecek!..
Oğluna damadına yeni kredi muslukları kesilecek,
Özelleştirme dosyaları bir bir raftan inecek!..
Recep Bey’e yüce divan yolu görünecek,
Bugün çevresinde fır dönen çıkar halkası,
Buhar olup görünmeyecek!..
İşte o an Tayyip Bey;” ben bitmişim” diyecek!..

Öfkeli tayyip bey,

Gördükleri, “düş olsun!.” istiyor!..
Ama gerçekleri biliyor, geleceği görüyor;
Yüreği cızz!.. ediyor!..
Keşke gördüklerim düş olsa diyor;
“Gece gündüz, aynı rüya olmaz ki!..” diyor.
Bunlar yetmezmiş gibi, birde Memur Kemal Yükleniyor!..
Meydanlarda Memur Kemal Efendi;
Recep Bey’in salt oyunlarını değil, kimyasını bozuyor!..
Çaresiz recep Bey, öfke saçıyor;
Yetmiyor, kaşlarını çatıyor, iki kaşın arasında öfke yumruk oluyor.
O an, dil-mantık zincirinin bağlantısı kopuyor,
Ne, ne dedğini dinliyor, ne de; ne dediğini biliyor!..
Dürüstlükten dem vururken, her kurum azarlardan nasibini alıyor!..

Öfkeli tayyip bey!..

Bu yüzden, örnekleri gerçeklere uymuyor..
Kurduğu cümleler salt vicdanları değil, mantıkları zorluyor!..
Ne yazık ki, Recep Bey sağlığından oluyor!..
Recep Bey’in çevresi, bal gibi, bu durumu bilyor;
İnsanoğlu bu işte, gör, çıkarı için neleri kullanıyor!..

DE Kİ;
KILIÇDAROĞLU!;
“Kardeşim(!)” dediğn o Recep Bey’e
Öfke, aklın düşmanıdır..
Akıl baştan gidince; düşüncede sistem bozulur,
Dil, yüreği duymaz olur,
Artık, ne candan konuşma kalır ortada,
Ne camdan konuşma kurtarır öfkenin sahibini..
Artık;
Mantık esarettedir,
İzan esarettedir,
Vicdat hakeza;
Us esarettedir..
Ama!.., fiziko motor kontrolsuz devrededir..
El kol hareketleri tutmaz birbirini
Bu durum sağlık için çok büyük tehlikedir!..

De ki; Recep Bey’den sorumlu, ehl-i beşere;

Mukayyet olmak gerek,
Haşmetmeap Son Sultan,1. Recep Erdoğana,
Dese de;
“Ben beyaz gömleği giydimde çıktım yola”;
Kefensiz gitmeli, haşmetlü Yüce Divan’a!..