28 Haziran 2010 Pazartesi

HUKUK ADİLSE HUKUKTUR!..!..

İKİ PANKART!..
İKİ ALTERNATİF HUKUK!..
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com

Hukukçu değilim; ancak karar ve yorum için, akıl, izan ve de vicdan sahibi olmak yeter!..
Size bir gazete haberi okusam: “Başbakan’ın dün İstanbul’da yaptığı “erzak torbasıyla geçinenler” açılımında yaptığı konuşmada erzak torbalarının büyütüleceği, içeriğinin çeşitlendirileceği torbalara taze tostlar ilave edileceği müjdesini vermiştir. Bu sırada; hayatlarını erzak torbalarıyla idame ettiren üç genç, “Paralı eğitim istiyoruz!” pankartı açtıkları için, alkışlarla karşılanmış ve Başbakan tarafından, herbiri 15.000 TL para ödülü ve üstün hizmet beratlarıyla ödüllendirilmişlerdir.”
Haber absürt mü geldi!?.. Öyleyse şu haberi okuyun: “Başbakan’ın İstanbulda yaptığı “Roman” açılımı sırasında, “parasız eğitim istiyoruz!” pankartı açtıkları için, polisler tarafından apartopar gözaltına alınan üç gençle ilgili soruşturmayı tamamlayan Cumhuriyet Savcılığı 15 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı!..”
Hadi Bu habere de “Hadi canım sende!” deyin bakalım!...
YORUM: T.C. Anayasası, Devletin, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu kayıt altına almıştır. Hernekadar, devletin “laiklik” ilkesinin, bu temel ilkeye karşıt bir yönetim tarafından idare edilmekte olmakla zedelendiğini de kayıt altına almışsa da, henüz, devletin “sosyal” olma özelliğinin zedelendiği, mahkeme kayıtlarına fazlaca yansımamıştır. Oysa, yukardaki haber devletin “sosyal ve demokratik” olma hasletinin çoktan yok olduğunun kesin tescilidir. Şöyleki;
a) Parasız eğitim, “sosyal” devletin görevleri içindedir. Bunu sağlamıyan devlet, anayasanın kesin bir hükmünü yerine getirmediği için yetkililer eliyle,suç işlemektedir. Hem de işlenen suç büyüktür, çünkü suç anayasal bir suçtur.
b) Parasız eğitim talep etmek, demokratik bir haktır. Anayasal bir haktır. Anayasa tarafından kendisine tanınan hakkın talep edilmesi suç olarak telakki edilemez. Anayasada kendisine tanınan hakları yerine getirmeyen bir yönetimden hak talebini suç olarak gören bir hukuk ve hukukçu da anayasa karşısında suçludur; bu hakkı talep eden değil!..
Gelelim, biraz eski olmakla birlikte bir başka pankart haberine: Başbakan İstanbul’da metrobüsün Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme hattının açılışında, “Son Osmanlı Padişahı, Recep Tayyip Erdoğan!” pankartı altında kalabalığa hitap etti.
Bu konudaki bir başka haber; : “Başbakan, Trabzon’da “Son Osmanlı Padişahı Recep Tayyip Erdoğan!” pankartlarıyla karşılandı.
YORUM: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Anayasamız, devletin idare şeklini cumhuriyet olarak kesin tescil etmiş ve “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez” olarak kesin hükmünü vermiştir. Öyleyse;
a) Bu afişte yazan sadece “densiz” bir yağ çekme ifadesi midir, yoksa anayasal bir suç mudur!?.. Parasız eğitim talebinde “ağır suç”unsuru görüp 15yıl hapis cezası isteyen Cumhuriyetin Savcılarının kör taraflarına geldiği için mi bir işlem yapılmamıştır!?..
b) Başbakan bu afişe tepki göstermemekle, indirtmemekle, suça fiilen iştirak etmiştir. İşlenen suç Anayasal düzeni, değiştirip, saltanatı geri getirme eyleminin sadece talebi değil, kesin ilanıdır. Recep’lerin 2.si 3.sü ve devamı için de şimdiden reservasyonlar yapılmıştır!.. 23 Nisan’da yerini bıraktığı öğrenciye; “ister asarsın, ister kesersin!” derken1.Recepin mutlak yetkisini mi ilan etmekteydi!?
c) İşlenen suç sadece birkaç kişilik görevi ihmal suçu da değildir. Bir örgütle yapılmıştır.. Anayasal düzeni değiştirmek için örgüt oluşturulmuştur. Afişi, yazan, yazdıran, asan astıran, görüp tepki göstermeyen, resmi veya parti görevlisi pek çok kişi bu örgütün üyesidir..Bunca deliller ortadayken, suça göz yuman, görmezlikten gelen adaletin, uyguladığı çifte standard, hukuku sadece zedelememiş, ağır yaralamıştır. Ortada suç varken, cezasız kalması hukuksuzluktur!..
Eğer bugün; 17haziran 2010’da;
Hükümet, Anayasa Mahkemesinin vereceği karararı gerekirse “yok hükmünde” saymalıdır diye bilen bir hukukçuyu bünyesinde barındıra biliyorsa, ve hele bu hukukçu(!?) anayasa mahkemesinin bir görevlisi ise ve bu teklif ile anayasayı hiçe sayarak, anayasal kurumlara karşı halk kesimlerini,açıkça isyana teşvik etme suçuna karşılık, savcılar susuyorsa,
Ülkenin cumhurbaşkanı, “bu konu bir tartışılsın bakalım!..” diyebiliyorsa,
Yüce mahkeme yargıtay; defalarca talebine rağmen, bir dosyayı huzuruna getirtemeyip, dosya 4 aydır, kaçırılarak 5000 km yol katediyorsa, ve bu dosyanın muhatabı yargılanamadığı için, zindanda çile doldurmaya mahkum ediliyorsa,
Tam yetkili Mahkemenin yargıçları, haksız ve yanlış kararlarından ötürü, yüksek mahkemece tazminat ödemeye mahkum ediliyorlarsa!...hukun yarası derindir..
Bir ülkeyi hukuksuzluk yıkar. Ayrıca düşmana ve haine gerek kalmaz!..

20 Haziran 2010 Pazar

GÖREV
SORUMLULUKTUR!... 19.06.2010
(Sayın Cumhurbaşkanı’na)
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
Sayın Cumhurbaşkanı;
Makamlar kişilere mülk değil emanettir. Bu kutsal madalyonun iki yüzü vardır, yetki ve sorumluluk.. Birisi tek başına talep edilemez. Sorumluluklar, makam sahiplerine, yetkilerinin bedeli olarak verilmiştir. Yetkiler kullanılırken, sorumluluklardak kaçınılması düşünülemez.
T.C. Anayasası,hiçbir kişiye,zümreye, kuruma ayrıcalık tanımazken cumhurbaşkanlığı makamına büyük ayrıcalıklar tanımıştır. Makamı, cezai sorumluluklardan ari tutarken, yetkileri konusunda oldukça cömert davranmıştır. Ancak bu muafiyet cezai yaptırımlar içindir, vicdani muafiyeti kapsaması düşünülemez elbet!..
Cumhurbaşkanı, devletin başıdır. Devletin en yüce makamdır. Başkomutandır. Milli Güvenlik kurulunun başıdır. Başbakanı ve bakanlar kurulu onun imzası ile göreve başlar. Kanunlar onun imzası ile yürürlüğe girer. Gerekli koşullarda, TBMM’ni feshetme yetkisi bile tanınmıştır kendisine.
Cumhurbaşkanı, ülkenin birtek vatandaşını bile dışlamadan 74 milyonun cumhurbaşkanı olmak durumundadır. 74 milyonda o makamda oturanı kendisinin en yüce temsilcisi olarak görebilmelidir.
Ancak, üzülerek belirtelim ki, ne cumhurbaşkanı 74 milyonun tamamının cumhurbaşkanı olabilmiş, ne de 74 milyonun tamamı, cumhurbaşkanını kendi cumhurbaşkanı olarak göre bilmiştir. Hata, adaylıkla başlamış, seçimiyle devam ettirilmiştir.. Birinci büyük hata, laik bir ülkede müslüman bir cumhurbaşkanı olarak lanse edilmesidir. İkincisi, cumhurbaşkanı tek kişinin, adayı, seçimiyle de tek partinin cumhurbaşkanı olmanın ötesine geçememiştir. Daha sonraki, uygulamaları da buna kanıt oluşturmuştur.
Oysa, cumhurbaşkanı, birleştiricidir. Kucaklayıcıdır; halkın ve devletin çıkarlarını hem içeriye hem dışarıya karşı korumak ve kollamakla mükelleftir. Oysa cumhurbaşkanı, kendisini o makama getirenlerin gölgesinde kalmıştır. Öylesine gölgesinde kalmıştır ki, kendi görev süresini bile net olarak bilmemektedir. Bilen tek kişi kendisini o makama aday gösterendir!. Bırakın halkı, TBMM’nin bile bu konuda kesin bilgi sahibi değildir. Vesayetli bir makamın sahibinin kendisinden beklenen görevleri tarafsız şekilde yerine getirmesi beklenemez!...
Cumhurbaşkanının görevi, anayasa Mahkemesince iptal edilen bunca yasaya rağmen, iptaline kesin gözüyle bakılan gece yarısı kanunlarını bile bekletmeden imzalamak değil, anayasaya aykırı kanunların önünü kesmektir. Anayasa mahkemesinin Türk Milleti adına karar verdiğini, onu karalamaya kalkanlara bunu hatırlatmalıdır.
Ayni durum, başta TSK olmak üzere. Devleti devlet yapan tüm kurumlar için de geçerlidir.
Cumhurbaşkanının görevi, sadece şehit cenazelerine önceden hazırlanmış izlenimi veren taziye mesajları göndermek değildir. Bu taziyelere neden olan durumların sorumlularını ve çözümlerini, yetkililerle birlikte arayıp bulmaktır. Sorumlularını uyarmaktır.
Özellikle son günlerde yoğunlaşan terör saldırıları düne göre çok ciddidir. Bir günde verilen şehitlerin sayısı iki elin parmaklarını aşmaktadır. Son iki ayda 24 saldırı, 40 şehit. Herbir şehidin acısıyla yanan yürek, sadece ana yüreği değil..
Hiçbir bakanın, bürokratın, müsteşarın, başbakanın oğlu şehit olmadığı için, hamasi nutuklarla dile getirilen acılar sanaldır. Öyle olmasaydı, “dökülen kan yerde kalmıyacaktır!” beyanlarının gereği çoktan yerine getirilirdi. Bir cumhurbaşkanı bunu görmezlikten gelemez.. Şehitler için başsağlığı taziyeleri yetmez!.. Yeni şehitler yaratmanın önü kesilmelidir. Artık vatandaş, “güzel öldüler” safsatasının arkasında teselli arayanları iyi sözlerle anmamaktadır!..
Cumhurbaşkanının cezai yaptırımlardan muaf olması, vicdani sorumluluklardan da kendisini muaf görmesi anlamına gelmiyeceğini bir kez daha belirtelim.
. “Güzel şeyler olacak!” deyip ucu açık açılımların ilk mesajını vermede kendisini görevli sayan cumhurbaşkanı, asıl çare bulmada görevli olduğunu bilmelidir!..
Sayın Cumhurbaşkanı;
Hani istihbarat paylaşımı vardı? Vadedilen istihbaratın gereğini yerine getirmeyenlerden hesabı ülke adına siz sormakla mükellefsiniz. Sormayanlardan, hesabı sormakta size düşer!..
Terörle mücadeleye ömrünü adamış komutanlar, terörist olarak suçlanıp sorgulanıyorsa, hapse atılıyorsa, bu ordu, moral olarak terörle mücadele edebilir mi!?
Başta Başbakan,olmak üzere yakın çevresindeki yetkililer,“terör örgütünün arkasında, artık kimlerin bulunduğu apaçık ortada.Teröristler birtakım güçlerin, taşeronluğunu yapmaktadır Bunu herkes biliyor. Ancak bunu söylemek, açıklamak, ciğeri yanan şehit anası,babası, ve yakınlarını teselliye yetmiyor” demekteler... Meclis Başkanı da bunu söylüyor.. Başbakan yardımcıları da !..
“Bunu herkes biliyor” dendiğine göre, bu ülkenin en yetkin kişisi olarak “terörün arkasındakleri”; teröristlerin “taşeronlarını” sizin de bilmeniz beklenir. Eğer biliyor da bildiğiniz halde tedbir almıyorsanız, bulunduğunuz makamın size yüklediği görevi yerine getirmiyorsunuz demektir. Bu; durum, cumhurbaşkanlığı makamına tanınan muafiyetlerin dışındadır. Yok eğer, bilmiyorsanız, yukardaki söylemin sahiplerinden hesabını sormalısınız.. Hem sizi bilgilendirmemenin, hem de gereğini yapmamanın hesabını..
Kimmiş, devlet millet kucaklaşmasına engel olan.. Kimmiş taşeron, kimmiş terörün finanörü, kimmiş işbirlikçi hain!?
Eğer dışardaysa düşman, soralım o zaman; “hiç mi faydası olmamış 85 ülkeye yapılan, 250 dış gezilerin!? “kak” dalkavukluğu ile daha dün devlet başkanları gibi karşılanan aşiret reislerine gösterilen iltifatların!?
Bırakalım artık; “fedakar mehmetçik, kahraman TSK, şehidimizin kanı yerde kalmıyacak, hiçbirşey eskisi gibi olmayacak” gibi içiboş beylik hamasi söylemleri.. Hep yerde kaldı kan, hep eskileri tekrarladı yarınlar!..
Yarınlar dünü tekrarlamasın demek suç ise; bu ülkede, bu suçu işleyecek milyonların varlığı bilnsin!...

18 Haziran 2010 Cuma

ARTIK YETER TAYYİP BEY !.. (3)

BÖLÜM - 3

Bugün10 Haziran 2010. Devri sadaretinizin 2744. günü. Öylebir hızlı tempo içindeyiz ki; gündemi yakalamak ne mümkün!...
Her maddesi ayrı endişelendiriyor bizi.
İnatlaşmanın adı insani yardım olmuş, ülke bir savaşın eşiğine getirilmiş.. Olan göz göre göre ölüme gönderilen insancıklara olmuş. Saldırı, kan gözyaşı.. Özel koruma altındakiler, yani milletvekilleri, son anda bindirilmemiş gemilere..
Olay sonrası, resmi ağızlardan, içerde; “dostluğumuz ne keder yumuşaksa, düşmanlığımız o kadar serttir” türü içi boş sonuçsuz, gözdağları dışında, gıyabi cenaze namazı kılanların feryatları dışında, yurtdışından “gık” yok.. Hani yardım gemisindeki 32 ülkenin halkından, hükümetlerinden bir tepki!?.. Yok!.. Yoksa onlar, İrlanda vatandaşı El Methi El Hamat El Haradi türünden çakma vatandaşlarımıydı o ülkelerin!? Ne yazık ki, kendi derdimize yandık!.
Olan ülkenin onuruna oldu!..
Bakmışız; PKK ile işbirliği yaptığını gizlemeyen, kırmızı çizgilerimiz üzerinde kurdurulan aşiret devletinin çakma devlet başkanları devlet töreniyle karşılanır olmuş...Ülkenin Dışişleri Bakanı pişkinlik içinde, “kak”lı şaka peşinde.. Hem de PKK müfettişi Sincari’de huzur-u heyette!.. Aşiret Reisi Peşmerge de Devlet Başkanı sıfatıyla kürsüde.. Türk bayrağı yanında. Tek eksik PKK bayrağı salonda.. Birkez daha kırıldı ülkenin onuru!..
Donanmanıza baskın yapılmış, 6 can feda.. iki katı yaralı.. Kaldırılan şehit cenazelerindeki alışılmış çığlıkların dışında “gık” yok!..Gazze baskını, baskın gelmiş.. Ölenler trafik kazası telefatı kadar bile ses getiremedi, resmi ağızlarda. Onlar, kurtuluş savaşı verdiğine inandıkları Hamas’a “el uzatanların” yanındaydı cenazeler kalkarken. Yine kırıldı ülkenin onuru..
Kendi başımızı deremesek de, komşu gelinin gerdeğine sağdıç olmaya kalkmamız da sonuçsuz kaldı. Kınamız elimizde kaldı.. Yalnız bırakıldık nükleer enerji takasında dünya kamu oyunda. Kamburu çıksa da, feleği şaşmış olsa da omurgamızın,kamu oyuna omurgalı duruş sergilemek gibi züğürt tesellisi ile aldattık kendimizi.. Onurumuz yine kırıldı..
Bop eşbaşkalığımız, hertürlü tavizle kazandığımızı sandığımız güvenli ortaklık, kıbrıs tavizleri, gücü ve saygınlığı ile oynanmış bir ordu yaratma gayretleri, dinler arası diyalog girişimleri, ekümenik tavizleri, ruhban okulu, cumhuriyetin ve ulusal bütünlüğünün altını oysa da, iç ve dış siyasetin en karanlık açılımları bile fayda etmedi. Yalnız bırakıldık!..
Her biri onur kırıcı birer ödül olarak yanımıza kar kaldı sonuçta..
Günümüzün modern kapitülasyonlarının ezdiği, fakirleştirdiği, bir torba erzaka oyunu takas edecek hale getirdiği halk yığınları, sessizliğe büründükçe; ülkede kurulan korku imparatorluğu, sadece bugününü değil, geleceğini de garanti altına alabilmek; muhtemel değişimlerin hesap sorma tehlikelerine karşı korunmak için, olağanüstü hukuksal değişimler dayatılmaya başlandı topluma. Aslında “tek doğru; tek adamın doğrusudur!” dayatmasıydı bu.
Bu girişim ve dayatmalara yapılan eleştiriler hiç dikkate alınmadı.. Gerek içerde gerek dışarda ülke onuru hiçe sayıldı.. 85 ülkeye yapılan 245 yurt dışı ziyaretleri bile ülkenin; milletler arası diyaloglarda ciddiye alınmasına ve ülkenin onurunun kurtarılmasına yetmedi..Ne verilen tavizler, ne de başımıza geçirilen çuvala ses etmemek!. En yakın dostlarımızı kırmak pahasına, “sıfır sorun” adı altında futbol diplomasileri bile yetmedi ciddiyetimizin tesciline... Sonuç, “daha pahalı doğal gaza mahkumiyet” olarak yansıdı..
Gerek içerde gerekse dışarda, sıfıra sıfırla bile da kalamadık!.. Şimdi elde var eksi!..
Artık yeter Tayyip Bey!..
Milyar dolarlara malolan dış geziler, bunca sadakat, biad, taviz , açılım, görüşme, forum, yardım, ölüm, öfke, koparılan yaygaralar...çekilen restler kimin aşına evin, kimin ekmeğine katık oldu!?.. Kimin işini geri verdi, hangi işsize iş, hangi çaresizin derdine derman oldu!?..
Yitirilen ve zaafa uğratılan bazı şeylerin geriye kazanılması mümkündür. Zaman özellikle bazı telafilerin ilacıdır. Ancak yüreklerde açılan yaralar hem daha geç kapanır hem de büyük acılar yaratır.. İşte bunun adına onur kaybı denir!..
Onur kaybına neden olanları ne toplum ne de tarih affeder!..
Ne vaatlerle geldiniz; ne ümitlerle baştacı edildiniz.. Olmadı tayyip Bey!.. Artık gidiniz!..
Halk, onurunun daha fazla kırılmasına tahammül etmiyeceği, hukukun üstünlüğünün korunması konusunda, daha fazla taviz vermiyeceği, bunun için de tüm yasal haklarını kullanacağı konusunda kararını vermiş görünmektedir.

ARTIK YETER TAYYİP BEY !.. (2)

BÖLÜM- 2

Evet Tayyip Bey!.. Bugün 4 Haziran 2010. Devri Sadaretinizin 2271. günü.
Çok istemenize rağmen henüz ne başkanlık sistemini, ne de taraftarlarınızca size layık görülen “son Osmanlı Padihahı” taleplerini, yerine getirebildiniz. Yazık. Sadaret Makamında kaldınız. Oysa,yılar önce birdaha geri getirilmemek üzere tarihin karanlıklarına gömülen yandaşlarınızın bu talebini, gerektiğinde gizli tanıkları devreye sokarak nice suçluları teşhis edebilen bu ülkenin savcıları bile görmezlikten gelmişti bu taleple işlenen ağır suçu.

Bir başka yüce makamı da kendi ellerinizle “biraderinize” teslim ettiniz. Oysa ne de çok yakışırdı dostlarınızın size layık görüp takdim ettiği üstün hizmet madalyaları.. Kötü mü olurdu; “one munite”le korkuttuğun ülke adına size layık görülen “Üstün Cesaret Madalyasını diğerlerine eklemek!..

Günün birinde zatınıza nasip olacaksa, Devri Saltanat günleri, açıkça söyleyelim, bizler o günleri görmek istemediğimiz gibi, seninde o günlere erişmeni hiç mi hiç istemeyiz...

Alışık olmadığımız, o kadar çok şeyler yaşattınız ki bizlere bu 2271 gün içinde, sanki bir zaman tünelinden geçerek geliverdik bu günlere!.. Alışamadık. Bu gidişle alışacağımız da yok!.
Her sözünde “neereedeen nereeyee!” derken ayni yönlere bakamadık seninle.. Bu yüzden de ailecek katettiğin mesafeyi gördükte, ülkeye kateddirdiğin mesafeyi ölçemedik. Elimize tutuşturduğun arşın senin halep’ini ölçmedi, ölçmeye yetmedi!.. Senin deyiminle aklımız yetse de arşınımız kısa geldi..
Ne senin bildiğin geometriye aklımız erdi, ne de senin iki kere iki çarpımının 5 edişine..Ne “düğünle”gelen bereketin bolluğuna inanabildik..Ne de “gökten dür-ü güher yağarken” katresinin yandaştan başkasının başına düşmeyişine.. Ne olaylarla iyodun açığa çıkışına aklımız erdi, ne de iyotla açığa çıkan olaylara. Ne de kimin nesi, nasıl açığa çıktığına akıl erdirebildik.. Tek gördüğümüz açık, dilinden düşürmediğin, garibin, gurabanın açıkta kalan kıçıydı!.. Oysa, “Ali Kemal” basını, hayali kadife potur destanları düzdü bu açık kıçlara!..

“Açıkta kalan kıç sayısı arttıkça, erzak torbaları ile bire bir takasa giren oy sayıları da arttı...Devletin valileri, kaymakamları, şoför mahallinde, mahalleden mahalleye daha çok koşar,daha çok çalışır oldu!.. Övgüleri arşa yükseldi “malum” medyanın..

Tanrı bilyordu aslında halkın aldatıldığını, ama halk bilmiyordu kendisinin aldatıldığını, ama siz ikisini de bilmekteydiniz..bilmektesiniz. Düzen değişmeden sürsün istiyorsunuz..

Hep yandaşlarınız gördü dolu bardağı, yoksa onların bardakları ta baştan mı doluydu!? Yoksa halk, “din-ve-iman” paylaşımına çağrılırken; “han-hamam” paylaşımı çoktaaan tamamlanmış mıydı yandaşlar, candaşlar, paydaşlar arasında!?

Artık Yeter Tayyip Bey!..
Hep bir yolunu buldun mağduru oynadın. Hem de yolunu buldun.. Bir tiyatroydu sanki oynanan. Tutanlar tekrarlandı, tutmayanların senaryoları yeniden yazıldı.. Senaristlerin kimliği konusu biraz muğlak. Rivayetlar muhtelif. Ama, başrol oyuncusu kesin. Birşey daha var kesin olan!.. Senaryo dışına çıkmak yasak!.. Aksi halde başrolü kaybedersin!..

Bu başrol verilirken yerine getirmen gereken herşey sana taa baştan dikte ettirildi mi? Ettirildi. “Bak olmazsa, seni delikten süpürürüz” dendi mi!?.. Dendi.” aman süpürmeyin-kullanın dedi mi başdanışman!?.. dedi.. Onlar da başrol olarak, sana “ülkeyi pazarlama” göreviyle birlikte “BOP” eşbaşkanlığını da yüklerken; “Bak; BOP’un açılımı “Büyük Ortadoğu Projesi”dir. Bu proje ile Ortadoğuda yeni bir şekillendirme yapılacaktır, 23 tane ülkenin sınırları değişecektir, bu projenin mimarı değil taşeronusun!..Patronu biziz.” Dediler mi? Sen de, sana tevdi edilen bu görevi “kutsal bir görev” bilip meydanlarda halka tebliğ ettin mi!? Ettin!. Verilen başrolden sonraki tüm hizmetlerin bu asli görevin üzerine kurgulanmıştır.

İlk ders Saddama verilecek.. Sen de oraya daha kolay girilmesi için sınırlarını açacaksın, limanlarını açacaksın, hava sahanı ve hava alanlarını kulandıracaksın; gereğini yap!.. Dendi mi!? Dendi.. Gereği için, TBMM’ne sürdüğün, tezkere reddedildi. Buna rağmen uzun yoldan da olsa işgalciler girdi Irak toraklarına.. Sana da işgalci askerlerin salimen yurtlarına döne bilmeleri için dua etmek düştü. Reddedilen tezkerenin bedeli olarak türk askerlerinin kafalarına, işgalcilerce çuval geçirilmesine maalesef bir “gık” bile çıkarılamadı!..

Yıkılan devletin enkazına, eski devletin kuklası kuruldu. Başına ise, “bırak birtek PKK’lıyı, Iraktan Türkiye’ye bir kedi bile vermem” diyebilen yaşça büyük aşiret reisi Talabani getirildi. Küçük reis Barzani’ye ise, Kuzey Irak’da ikinci bir kukla devlet kuruluverdi.. Hem de tam kırmızı çizgilerimiz üzerine.. Hem de “siz kuzey Irak’a operasyon yaparsanız, ayni şeyi biz de Diyarbakır’a uygularız!” diyebilecek kadar cüretkar edalarla..

Patron emrederse, taşerona ne düşer?! Bu kurala uyarak, “dost ve müttefik” ilan edildiler ikiside. İz bile kalmadı kırmızı çizgilerden!. Ülkenin kapıları onlara komşu kapısı. Sanki düne kadar onlara aşiret reisi peşmerge gözüyle bakanlar, bugün onları devlet törenleriyle karşılayacak kadar “kak” Mesut diyecek kadar sarmaş dolaş olanlar başka ülkeden ithal!..

Bu “kak” mesut kimin kakı, kimin agası, kimin ka(n)kası!? Hani bu adam 6 yıldır, arsızlık yapan, haddini aşan, küstah, kudurgan bir peşmerge başı idi!? Ne zaman “ Kürdistan lideri” oldu. Kendi bayrağı asılmayınca Irak bayrağını da astırmadı!? Acaba Tayyip Bey ve ekibi, Barzaniyi ve Kürdistanı ne zaman tanıdı da resmi görüşmelerde Devlet törenleriyle karşılanır oldu!? Üstelik de beraberinde PKK müfettişi Sincari’yi de içişleri bakanı sıfatıyla getirdi!? Hani bu adamı biz bir zamanlar ülkeye sokmamıştık!?

PKK’ya terör örgütü bile diyemiyen bu adamı bu ülkeye kim davet etti, hangi sıfatla davet edildi? Davet etmek yetmezmiş gibi, halkın gözünün içine baka baka, halkla alay edercesine, peşmerge reislerine devlet başkanı muamelesi yaparak övgü düzen yetkililer bu yetkiyi kimden aldı!? Övgü sahiplerinin, bu ülkenin ve bu ülke insanının onuru ile oynama hakkı olabilir mi!? Kime hangi cesaret, kime hangi gözdağı veriliyor!?
Sapla samanın bu denli karıştığı bir ülkede, sapı samana karıştıranlara “artık yeter!” deme zamanı hala gelmediyse ne zaman gelecek!..

Haa!.. son anda aklımıza geldi!.. Sen bu kadar kısa sürede; bu kadar nasıl zengin oldun!?..
Bu da konularımız içinde!..
Artık yeter Tayyip Bey!.. (Devam edecek) (Bölüm-1 ulaşmadıysa isteyiniz.)

ARTIK YETER TAYYİP BEY !.. (1)

Önemli not: Bu yazı bir diziden oluşacaktır. Her yazı ağırlıklı olara güncel bir konuyu işleyecektir. Bu Recep Bey varken; bu konu bolluğunda yazı kaç bölüm olur, ne zaman biter ben de bilemiyorum.. Bıktığınızda bilgilendirin lütfen.M.H.A.
BÖLÜM - 1

Bak sayın Başbakan.. Bugün 3 Haziran 2010. İktidara geleli 3 Kasım 2002’den bu güne tam 2737 gün oldu.
Kısacık insan ömrünün 2737 günü. Küçümsenmiyecek bir zaman dilimi geçirdik senin “devri sadaretinde!”. Çok şeyler bekleyerek verdi sadaret mührünü sana bu ülkenin halkı...
“Neredeeen nereyee!”diyerek hep alınan mesafeyi gösterdin, oysa başladığımız noktadan 3 adım ileriye gidemedik; götüremedin bizi!...Kendi “dev-i sadaretine bir muhalif gözüyle bakabiliyor olsaydın, öfkeyi, hitabetinde sanat olarak kullanabilme ferasetini bildiğimiz için, söylüyoruz ki eleştirilerinde hiçte öyle masum sözcükler kullanmazdın.
Küçümsenmiyecek bir avans aldın bu halktan.. Hem de iki kez!.., ikincisinde artırarak yineledi sana verdiği primi bu halk.. Senin bu ülkenin temel değerleri ile özünde basite alınmıyacak problemlerin olduğunu bile bile..
“Hem laik hem müslüman olunmaz” demene bile aldırmadan.. Elkadı’nın dizinin dibinde rahle-i tedristen geçtiğini, ona kefaletinin özünde bundan kaynaklandığını bile bile..
Milli görüş gömleğini değiştirdim, değiştim geliştim derken takiyye yaptığını bile bile..Oğluna adını verdiğin Hoca’na bile vefasızlığını göre göre!..
Ama öylesine hovardaca harcadınki verilen avansları, mahkemeyi kadıya mülk sandın.Veya, mahkemeyi kadının mülkü yapmak için elinden geleni yaptın. Verilenlerle yetinmedin, hakkından fazlasını almaya kalktın.. Her yapmaya kalktığınızın arkasında halka rağmen halkın tamamını var saydın..Bir yandan “milli iradeyi” dilinden düşürmezken, asıl sığındığın milli iradenin muhalefetin çoğunluğunda olduğunu gözardı ettin.. Gerçekte demokratik iradeyi yansıtmayan bir seçim sisteminin sonuçta halka dayatmasını, milli iradeymiş gibi kullanma kolaylığını kendine kalkan yaptın... %34’lük halk iradesi, Mecliste, %66’lık milli irade oldu çıktı.. Ve bunu da halk “demokrasi” olarak yutsun istedin..
Bu dayatma ile, sadece “milli irade” kavramı değil, demokrasi kavramı da tahrifata uğradı. Çarpık bir seçim sistemi ile oluşan demokratik(!?) ortam sadece basit tahrifatlara uğramakla kalmadı. ”Özgürlük” adı altında, yeni dayatmalar, devletin asli sistemlerini sarsan tahribatlara kadar götürdü işi.. Kapalı kapılar arkasındaki gizli görüşmelerin adı bile,“şeffaflık”oldu çıktı. İçerde, sizinle birlikte ahirete gidecek Dolmabahçe görüşmeleri gibi. Dişarda, ortalama her 152 günde bir yinelenen ve 18.si yapılmış ABD gezileri gibi.. Yukardaki tarihe kadar, 83 ülkeye 245 dış gezi, yani devri sadaretin her 11 (onbir) gününe bir dış gezi ile ilgili söz etme haklarımaz ayrıca saklıdır!..
“Milli” ne varsa hepsi bu tahribatlardan nasibini aldı. Ne yazık ki, Tahrip ve tahrifatlardan kaçırabildiğimiz hiçbir milli değerimiz kalmadı.
Önce milli eğitimden başladınız... Liseler imamhatipleşti; üniversiteler medreseleşti.. Yandaşınız öğretim üyeleri ulema kesildi başımıza.. Ve daha düne gelene kadar kavgalı olduğunuz üniversiteleri, “milli iradenizle” tahakkümünüz altına alıncaya kadar göbeğiniz çatladı!.. Ne zaman ki, kanunların arkasından dolanabilecek bir ulema buldunuz, tüm üniversite reformları bir anda tamamlanıverdi sanki. Ne üniversitelerin bir sorunu kaldı, ne de sizin üniversitelerle bir sorununuz..
Korkumuzu açıkça söylememiz gerkirse, diğer bütün kurumlarla da sorunlarınızı benzer yolla çözmenizden korkuyoruz..
Öyle iki Milli Eğitim Bakanı buldunuz ki, maşallahları var, eğitimden başka herşeye vakıflar. “Burada herşey otomatiğe bağlandı!” demişti birincisi giderken..Bu sözün açılımı; “sen olmasanda olur!” demekti. Oda gereğini yaptı, hiç “bakana” ihtiyaç duyurmadı.. Devlet çarkı döndü kendiliğinden.. Vazgeçtik “milliliğinden” eğitim kalmadı ortada!..
Sıra milli savunmadaydı!.. En güzel orda halletiniz “milliciliği!.” Milli ordu” kavramını zaafa uğrattınız önce.. Sanki ordunun her kurumu, her bireyi, her köşe başında size tezgah kurmuş başka işi yokmuş gibi.. Eldiveni, Yakamozu, Ay ışığı..Sarıkızı..Balyozu.. saymakla mı biter!..Ne siz dediniz ne de yandaşlarınız..”ya!..ordu darbe yapacaksa bir anda yapar!.. Delilleri bunca ortaya serenlerden darbeci mi olur!?” Delilleri ortalığa sermişler, asıl darbe için gerekli silahları gömmüşler!.. Madem, bulsanıza bundan öncekilerin darbe delillerini!..
70’li yılların “komünizm geliyo!” çığırtkanlığının o yıllarda “tuttuğunu” gören siyaset organizatörlerinin torunları, bugün de “darbe geliyor!” çığırtkanlığını tadavüle sürdüler. Hem de bu çığırtkanlıkların bu ülkeye nelere mal olduğunu ve gelecekte de nelere mal olacağını hiç hesaba katmadan!.. Siz de bu çığırtkanlıktan ve kısa vadeli souçlarından iyi yararlandınız. O günlerin zulümleri, bugünlerde başka adlar altında tekrarlanmakta!.. Hem de ne yazık ki yine hukuk kullanılarak; hem de ne yazık ki yine aydın, yurtsever, tam bağımsızlıktan yana olan ulusalcı güçlerin üzerine gidilerek!..
“İyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz!” diyerek enbüyük ulusal gücün saygınlığına halel getirdiniz.. Kalbine kadar girdiniz. Gizli dolmabahçe görüşmelerini bile, ordunun “milli” olma vasfını “özele” indirgemenin ve halk nazarında saygınlık zaafiyeti yaratmanın bir uygulaması olarak kullandınız. Maşallah bunda da başarılı oldunuz..
“Bu ordu bu ülkeyi ve halkını yok etmeyi planlıyor!” dedirtecek kadar, bu ordu yeniçeri ocağı gibi lağvedilip nizamı cedid gibi, yeni bir ordu kurulması teklifini yapacak kadar ileri giden gafillere cesaret verdiniz!..
Hiç demediniz ki zayıflatılmış ve saygınlığı zaafa uğratılmış bir ordu, hain ve düşmanlardan başka kimin işine yarar!?..
Hedefinizde, devletimizi, devlet yapan, cumhuriyet yapan temel değerlerimiz vardı.. Bu temel değerleri korumayı kendisine şiar edinmişleri statükocu olmakla suçladınız. Oysa sizin kafanızdaki değişim ve yenilikçilik bu değerleri silip süpürmekti.. Çünkü onlar sizin önünüzdeki en büyük engeldi.. Herşeye rağmen de engel olaya devam etmekteler. Amaca ulaşmayı engelleyen herkez, sizin, sadece rakibiniz değil, düşmanınız!.. Gün geldi onları, “hayasızlıkla”, gün geldi “kansızlıkla”, gün geldi, “cibilliyetsizlikle” suçladınız.. Oysa bir başbakandan beklenen öfke ve gazap ürünü ayrımcı sözler duymak olmamalıydı!.Oysa 2737 gün içinde bu ve benzeri sözleri sizden ve yakın çevrenizden hep duya geldik.
Artık yeter Tayyip Bey!..
Ulusalcılığı, suçladınız, milliyetçiliği yok ettiniz, devletçiliği bitirdiniz, laiklik zaten kütüğünüzde yazmıyordu!.. Ulusalcılığı, globalleşme ile, milliyetçiliği açılımla, devletçiliği yabancılaştırma ile, laikliği de ılımlı islamcılıkla takas ettiniz. Milli sınırlar, Büyük Ortadoğu projesiyle yeniden şekillenme tehlikesine girdi. Milli kaynaklar özelleştirme adı altında çekilen peşkeşlerle yeni sahipler buldu.. Milli duygular, ümmetçilik ve biad kültürüyle, yer değiştirdi. ”One Munite!” size bişeyler kazandırsa da, devlete çok şeyler kaybettirdi!..
Tahrifata ve tahribata uğramamış hiçbir kurum kalmadı!..
Yeter artık Tayyip Bey!.. (2. Bölüm ile devam edecek!..)