23 Ocak 2010 Cumartesi

MALZEME BOL OLUNCA YEMEĞIN HAZIRLANMASI ÇOK KOLAY!…

Tarih: 22 Ocak 2010. Günlerden Cuma, Saat; 21.00
Olay : İnternette kısa bir gezinti
Site : Bir raslantı sonucu NTVMSNBC
Haberlere şöyle bir göz atarken yarım saatlik bir süre içerisinde, karşıma öylesine malzemeler çıktı ki, yazmadan edemedim.
Bir taraftan okudum, bir taraftan yazdım, kızdım, güldüm…üzüldüm!..
Yarım saatlik süre içinde, akla gelmedik ruh hali yaşadım!…
Bana mı birşeyler oluyor, yoksa sizler de benzer duyguları yaşıyormusunuz, haberleri izledikçe, okudukça, dinledikçe!?…
İşte bakın bu kısacık sürede karşılaştıklarım ve onların düşündürdükleri….
1- HABER: AKP’li Hüseyin Çelik, Anayasa Mahkemesi’nin askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyi iptal kararı üzerine, ”Hoşnut değilim!..” buyurmuş!…
YORUM : Biz Anayasa Mahkemesi’nin sipariş üzerine karar veren bir kurum olmadığına inanıyoruz. Anlaşılıyor ki AKP, kendilerini Hoşnut edecek ekibi kuruncaya kadar, bu kararlardan hoşnut olmamaya devam edecekler!…
2- HABER: Hüseyin Çelik, “Sivil yargıdan kimsenin korkmaması gerekiyor. TSK’yı şaibelerden kurtarmak gerekiyor.” Buyurmuş.
YORUM: T.C. Anayasası ile kurulmuş, yargı kurumlarından hiç kimsenin korkmaması gerekiyor. Buna sadece Bay Çelik ve etrafı değil,tüm milletvekilleri, bakanlar, başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı da dahil olmalı. Şaibeden sadece TSK değil,onlar da kurtarılmalı!…Kaldırın dokunulmazlıkları, açın yargı yollarını!… Elinizi tutan mı var?
3- HABER: Başbakan Erdoğan, “Tam gün yasası ile, klinik şefi, benden fazla maaş alacak” buyurmuş!…
YORUM: Klinek şefi’nin oğlu da gemicik sahibi de olabilecek mi? Mücevher dükkanı açıp, villa sahibi de olabilecek mi?
4- Başbakan Erdoğan, “Kimse,ülkeye, korku salmaya kalkışmasın!..” buyurmuş!.
YORUM: Başbakan çok haklı!… Çünkü bu görevi kendileri bizzat doğrudan üslenmiş durumdalar!.. Ve görevlerini de eksiksiz yerine getirmekte başarılılar!…
5- HABER: Başbakan, tekel işçilerine hitaben, “yetimin hakkını kimseye yedirmem” buyurmuş!…
YORUM: a) Tekel’e peşkeş fiyatına sahip olan firmanın, kısa süre sonra hem de bir bölümünü 3 katına yabancı ortağa satarken yedirilen yetim hakkı değildi de, başbakan’ın çocuklarına bıraktığı miras hakları mıydı?
b) Mademki başbakan, tekel işçilerinden fedakarlık bekleyip, kazanılmış haklarının yarısına razı olmalarını bekliyor, niçin ayni fedakarlığı kendi milletvekillerinden bekleyip, maaşlarının yarısına razı olmalarını talep etmiyor? Hem, böylece daha az yetim hakkı yenmiş olur.
6- HABER: Başbakan Erdoğan “ bizi, millete efendi olmak değil,hizmetkar olmak yolunda bulabilirsiniz” buyurmuş.
YORUM: Bizler de ülkede işsizlik neden arttı diye düşünüp duruyorduk. Meğer sebebi buymuş. İşleri hizmetkarlar görünce, işçiler de efendiliğe soyunup çalışmaz olmuşlar!…
7- HABER: Erdoğan, darbe iddialarını kastederek: “Hangi senaryoyu yeniden canlandırmanın peşindesiniz? Millete karşı yine nasıl kumpas içindesiniz? Siz zannediyormusunuz ki bunları hiç duymuyoruz? Bunlar duyuluyor, ama biz hiçbir zaman gerilimin taraftarı olmadık, işimize baktık!…”
YORUM: Darbe girişimi iddialarının en erkeni 3-4 yıl öncesine ait… Demek Hükümetin, Başbakan’ın haberi vardı? Demezler mi adama o zaman niye bu günleri bekledin? Evren ve ekibi gibi “olgunlaşmasını” mı?
Bir suçu görüp, bilip, ne amaçla olursa olsun saklamak, görmezlikten gelmek suça iştirak kadar ağır bir suçtur. Bir başbakan bunu herhalde bilir? O gün sadece gerilime taraftar olmamak için üzerine gidilmediğini söylemek inandırıcı olmadığı gibi, suçu da örtmez. Bay Arınç iyi bilir: “tevil yoluyla ikrar!..”
Hem, darbenin “olmuşu” dururken, “olmamışının” hesabını sormak hiç bir vicdana inandırıcı gelmez.
8-HABER: Tek Gıda İş Sendikası Başkanı, “ genel grevler hükümetler devirir” demiş.
Erdoğandan feryat!..: “Avucunu yalarsın avucunu!…” “Bu mantıkta olan bir sendikacı ile neyi görüşeceksin!… Bunların bu ülkenin geleceğini düşünmek gibi bir dertleri olabilir mi?”
YORUM: Başbakan’ın, bu sendikacı ve işçilerin, ülkenin geleceği ile ilgili bir dertlerinin olmadığını düşündüğüne göre, işçilerin yurdu terkedeceğini mi düşünüyor acaba? Yoksa hükümetten düştüğünde verilemiyecek hesaplardan mı korkuyor? Elbet her hükümet birgün gidecektir… Yoksa kendisine “Son Osmanlı Padişahı “ yakıştırmasını çok uygun buldu da hiç gitmeye niyetli değil mi acaba?
9-HABER: Başbakan, Tek Gıda İş Sendikası Başkanı’na: “Senin kaç tane üyen var!.. sen nasıl olur da 15 milyonluk AK Parti hükümetini devirirsin!…Haddini bil, Haddini!…” “Söylemeyi düşünmediklerimizi, bizi söylemeye mecbur etme!.”
YORUM: Biz başbakanın, bugüne kadar söylemeyi düşünüp de söyleyemediği bir şeye şahit olmadık. Herşeyi duyduk ağzından, bu bir. İki, “Benim babam, senin babanı döver” kabilinden, veya “biz daha çoğuz, istersek seni ezer, haddini bildiririz mahiyetinde bir söylemi, ben ülkemin başbakanına yakıştıramadım!.. Tıpkı bundan öncelerde de öfkelendiğinde söylediklerini yakıştıramadığım gibi!…
Başbakana, demokrasinin, çoğunluk değil, çoğulculuk rejimi olduğunu nasıl anlatmalı bilmem ki?
10-HABER: a) AKP’li Bay KUZU, Anayasa mahkemesinin son kararının süren davaları etkilemiyeceğini söylemiş…Zaten mahkemenin kararı da yanlışmış!…
YORUM: Bay KUZU, içinden geçeni ve canının istediğini ifade ediyor, bu bir, iki, hani, sözüm meclisten dışarı diye başlayan söz var ya, tam yeri; “bunca cehalet, tahsille mümkündür”. Üstelik, anayasacı, hukukçu proff.
HABER: b)Yine devam ediyor Bay KUZU: “Ayrıca karar, ‘kozmik oda’ olarak adlandırılan o araştırma ve arama,.. onu da ilgilendirmez. Onu da biz Ceza Usul Yasasının ilgili maddesi çerçevesinde yapmıştık zaten!”
YORUM: b) Ne anladınız?.. Bay KUZU’nun ifadesinden? ”onu da biz …… ….yapmıştık zaten” İfadeye dikkat, … biz yapmıştık zaten.
Biz de bağımsız mahkeme yaptı sanmıştık!… Ne yapmıştınız bay kuzu, yanlış bişey düşünmeyelim!…Sonra hep yanlış şaapmakla suçlanıyoruz!…
11-HABER: Bülent Arınç, kendisine yönelik suikast iddialarını küçümseyenleri ahmaklıkla suçlamış.
YORUM: Biz Bülent Arınç’a yönelik suikast iddialarını küçümsemedik. Ne var ki, Bülent Arınç, bu suikast iddialarına küçük geldi!…
12-HABER: “Kahramanmaraş’da yük treni raydan çıktı, 6 vagon devrildi”
YORUM: İyice anlaşıldı artık.. Bu hükümetle, ne “işler “ne de “trenler” rayında gidecek!…
Daha çok kişinin canı yanmadan yakında seçim olsa bari!…

13 Ocak 2010 Çarşamba

ÜLKEMİZ ADINA ONUR KIRICI İKİ YORUM

Dost ve müttefik bildiğimiz iki ülkenin, iki önemli yayın organında Ülkemiz ile ilgili iki haber-yorum yayınlandı.
Haberleri okuyunca, dışardan nasıl görüldüğümüzü ve nasıl tahlil(!) edildiğimizi daha iyi anlıyoruz.. Tüylerimiz diken diken olmasına oluyor da, bu tahlil konusu malzemelerin kendi ellerimizle üretilmiş olmasından ötürü de söyleyecek fazla söz bulamıyoruz!.
Birinci haber; İngiltereden. “The Economist” dergisinde yayınlanan 31.12.2009 tarihli, “Türkiye Ve Generalleri, Lanetli Planlar” başlıkli yazı şöyle diyor:
“2009 TSK için “rezil” bir yıl oldu!..” “ …sızdırılan belgeler, dinleme kayıtları, ve bazen de kazalar,birçok dalevera (shenanigan) ve hınzırlıkların (mischeif) ortaya çıkmasına sebep oldu, ve en ateşli (hard-core) laiklerin bile orduya olan inançlarını sarstı…” Haber şöyle devam etmekte:
“Son ortaya çıkan skandalın ardından, savcılar, günlerdir, AK Partiyi iktidardan düşürme ve ülkeyi istikrarsızlaştırmaya yönelik planların izini arıyor…” Ve bazı alçakça (dastardly) planları da bulmuş olabilirler..” “…. Ordunun eski generalleri, dahil pek çok subayı, Ergenekon kapsamında, darbe planlamaktan hapishanede çürüyor.”
Asıl, yorumun arsızca yapılan bölümü geliyor şimdi:
“… Orduyu lekeleyen her yeni olayın ortaya çıkmasının , ardınran, daha fazla Türk, ordunun gerçekten devletin altını oymakta olduğu konusunda kaygılanıyor”
Devam ediyor yazı: “Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, genelde yaptığı, ”ordunun adını lekelemek isteyen bilinmeyen düşmanlar” homurdanmalarına (grumling) rağmen şimdi hükümetle işbirliği yaptığı görülüyor.”
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en büyük komutanının açıklamalarını ve feryatlarını “homurdanma” olarak nitelemekten kaçınmayan bu haya yoksunları, yazıların şu yorumla bitiriyor: “Son skandalların en cesaretlendirici detayı ise, bunları ortaya çıkaranların kendi içlerindeki başına buyruk isimleri ele vermeyi amaçlayan subaylar olması.”
Türk ordusunu daleveracı, hınzır, ülkeyi istikrarsızlaştırıcı unsur, skandallar yuvası, darbeci, demokrasinin önünde en büyük engel, lanetli ve alçakça planların hazırlayıcısı gösteren ve bu yönde dışardan yazılar yazan ve yorum yapanların adı bellidir: Düşman!… Peki, kendi ülkesinin ordusu için bu yorumları yapan ve yorumlara ortak olanların adı nedir? Adını siz koyun!…
NOT: The Economist dergisinin bu hasmane tutumunu protesto etmek için açılan kampanyaya lütfen destek veriniz. The Economist dergisinin e-mail adresi şöyle: letters@economist.com Lütfen bu iletiyi yayalım, ve çok sayıda kişinin protesto mesajı göndermesini sağlıyalım.

Gelelim ikinci yazıya!… Bu yazı da, 23.12.2009 tarihli New York Times’dan. Yazı, Başbakan ve Eşinin ABD ziyaretiyle ilgili Prof. Barry Rubin tarafından kaleme alınmış.
Bakın, dostumuz(!), müttefikimiz(!) ABD’den nasıl görünüyoruz. Onların gözüyle irdeleyelim kendimizi. O yazıdan bölümler aktaralım:
“Türkiye, modernleşme çabası içinde ve Batı dünyasında yer almaya çabalayan,laik bir ülke olarak görülmekteydi. Bu rüya artık bir kabusa dönüşüyor. AKP’nin rejimi, bir merkez sağ partisi olma iddisına rağmen, Türkiye’yi İslamizm yönüne götürmektedir. Dehşete düşmüş olan laik Türk halkının yardım için çığlıklarını Washington ve Batı dünyası genelde görmüyor.”
Yazar, sözü, Erdoğanların, Obama ve Eşi tarafından karşılanma seromonisine getirirmekte ve yorumlarını devam ettirmektedir:
“Obama ile görüşmek üzere, Washington’a gelen Başbakan ve eişinin, karşılanma seromonisini gösteren aşağıdaki fotoğraflara bir göz atın ve ürperin.


… Erdoğan’ın eşi Emine, bir hijap (Türkiye’de türban deniyor) giymiş, ancakgörünüşüne ve haline bakın, kendini geri planda tutan, döküntü bir köle gibi duruşuna bakın. … Başı sanki, kadın olmanın verdiği utanç ve teslimiyetle yığılıp kalmış bir pozda. Ve dördüncü fotoğrafta, görevinden kovulmuş sessizce sıvışan bir hizmetçi görünümünde.”
“.. Fotoğrafların sırasına bakıldığında, Atatürk Cumhuriyeti’nde öngörülen eşitlik statüsünü kaldırarak, Türk kadınını ikici sınıf vatandaşlık ve köle statüsüne indiren bir durum sembolize edilmektedir. Çoğunluğu Müslüman olan (Mısır ve Irak hemen akla gelmektedir) ülkelerde çok görülen bir durumdur bu. Ülkede görülen durum, daha da kotüye gitmektedir. Ancak Obamalar, gözleri önünde olanları farkedememişlerdir. Onlara (Washington) göre, Türkiye, İran-suriye ittifakına kayan bir NATO ülkesi olmaktan ziyade, desteklenmesi gereken ılımlı bir Müslüman demokrasinin iyi bir örneği olarak görülmektedir.”


Türkiye Cumhuriyeti için bu yorumlar onur kırıcıdır. Feryadımız bundandır!.. Ancak, bu bu feryatlar hedefe ulaşamamaktadır. Çünkü yorumların sermayesi sermayesi bizdendir, içimizdendir. Bu yüzden yorum sahiplerinin nereden cesaret aldığını sormak, suya çizgi atmaktır.
Sorulacak hesaplar listesine, ülkemizi bu yorumlara düçar edenleri de eklemeyi unutmayalım!…

4 Ocak 2010 Pazartesi

YEMİN EDİYORUM

YEMİN EDİYORUM
BU ADAMLAR KONUŞMASINI BİLMİYOR!..
YA DA AZGIN VE HAİN BİR PLANIN SARMALINDAYIZ!…

Yemin ediyorum bu adamlar ya konuşmasını bilmiyor!…Ya da azgın ve hain bir planın sarmalındayız!…
Ya ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor, ya da bir düşünceyi ortaya koymanın beyinsel bir işlev olduğunun ayırdında değiller. Ya da isteyerek, kafa karışıklığı yaratıp, gizli planlarını azgınca uygulamaya sokuyorlar.
Bir anlatım yeteneğinden miyoksunlar; yoksa söylediklerinin doğuracağı sonuçları idraktan mı yoksunlar!?..
Yoksa İdraktan yoksun olan biziz de haksız yere mi suçluyoruz onları?

Bir Arınç çıkıyor; ve diyor ki: Gözaltları çöktü, ne hallere düştü Civanım! Güya hizmetten yorgun düşmüş, çökmüş civanı!…
Yorulacak da, uykusuz da kalacak. Ülkede kaybolan deveden sorumlu olan o.
Mağdur rolününden hep kazançlı çıktılar ya, Civanının halleri de mağduriyete bu yüzdenkonuedilmekte!… Yorgun mağdur!..
Civanınızın bu halleri sizi çok üzdüyse, alın civanınızı başımızdan, sizin olsun!..

Aldı sözü Dengir Mir: Kapatılan DTP’yi ziyarete gitmiş… Gider .
Geçmiş olsun demiş… der. Çünkü kendileri de bir başka odaklıktan direkten dönmüşlerdi.. Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar. Ziyarete hoş bakarız. Akıl vermiş Dengir Bey, Meclisten çekilmeyin, kazandığınız mevzileri kaybedersiniz! (aynen kendi ifadesi…)
İşte takıldığımız nokta bu… Mevzii kaybetmek!..
Ağırtop Dengir, savaşın varlığını kabul ediyor, taraflardan birine mevziyi koruma taktiği veriyor!.. Sonunda da verdiği taktik tutuyor da!…Yedek eş başkan mı ne!
Bu deyim bir idrak eksikliği eserimi?, Bu idraksizlik maskesi altında açıkça yan-yön belirlemenin azgınca açık bir ifadesi olmasın? Kurtarılmış bölgeler ve kazanılmış mevziiler….

Bay Hüseyin Çelik. Kafa bulandırmaya devam ediyor hala!.. 1993’ deki 33 erin şehit edilmisi gibi; Tokat’daki 7 erin şehadeti de TSK’lı Ergenekonun işi…
İdrak yeteneğinden yoksun bir beyin sahibi bile, şu karşı soruyu sormaz mı?
-Kanıtın nedir, hem öncekinde, hem bunda… Sorma ve sorgulama zamanının hiç mi gelmiyeceğini sanıyorsunuz?
TSK’ya karşı, kışkırtma ve bühtan kokan böyle bir söylemi elinde en küçük bir delil bile yokken,yapabilen bir zihniyetin sağlıklı ve dengeli bir ruh halinin söylemi olarak kabul etmek mümkün mü?
TSK’nın bu denli yıpratılması hainden ve düşmandan başka kimin işine yarar?
Peki!…Al işte!.. PKK katliamı üstlendi… Şimdi ne olacak?
Kapat suratını da, aldığı şekli görmeyelim bari!...

Bu da, Ülkemi pazarlamakla mükellefim diyerek en açık itirafı en açık biçimde çekinmeden ortaya koyabilen RTE’den:
Tokat saldırısını 3 gün sonra PKK’nın üstlenmesi üzerine, Amerikadan dönen RTE’nin, ayağının tozuyla verdiği demeç:
- PKK’nın üstlenmesi söz konusu ama, gerçeği bumudur? PKK üstlendi diye bu budur türünde bir yaklaşım doğru değil!…
PKK’nın itirafına rağmen, bu korumacılık niye? Kime? Kimin adına?
Ergenekon’a hazır bir malzeme çıkmışken, PKK itirafı nerden çıktı, der gibi…

Bu da aynı konuda yandaş basından bir örnek: (Yeni Şafak gazetesi, köşe yazarı;Yasin Aktay-12 Aralık 2009)
-PKK, münasebetsiz bir eylemi sadece üstlenmiştir. Eylemi, kendisinin yapmış olduğu kanıtlanmamıştır.
Ehhh!… Pes doğrusu!..… Söylem birliği dediğin bukadar olur!… biadın ödülü üç-beş kuruşla ödenmez. Büyük makamla ödüllendirilmeli…Akıl tutulması! Akıl
Hakim: -“Sanık senmisin?
Sanık : -“Hayır hakim bey, öküzü ben çaldım!.” Sonuç..?
Gereği düşünüldü: -“ hırsız saptanamadığndan sanığın beraatine…”

Şimdi de, İHL’den sorumlu, biad ve sadakat timsali YÖK başk Bay Özcan’dan:
Varlığıyla yokluğu fark edilmeyen Milli Eğitim Bakanı yerine düşünüverip, imamhatipleri, din ağırlıklı genel liselere dönüştürmeyi planlayan bay Özcan,
Üniversitelere giriş sınavlarında uygulanmak istenen katsayı uygulamasının Danıştayca iptali üzerine verdiği bir demeçte…. Gerekirse kanunların arkasından dolanmaktan söz edebiliyor!… kanunların arkasından dolanmak… Hile yapmak yani. Kanunları uygulamaktan ve denetlemekten sorumlu kurumları hilelerle aşıp, hedefe ulaşmak!…
Öyle ya!..Tanrı’yı bile takiyyelerle aldatmayı mübah sayan bir zihniyet için, kanunların arkasından dolanmak gibi masum(!) bir hukuksal hile ne ki?!..

Bir de, bir zamanlar solculuğuyla bizleri aldattığı için hakkımızı haram etme hakkımızı saklı tuttuğumuz, doğma büyüme AKP’li kadar, makamının biad hakkını her durumda eksiksiz yerine getiren Bay Günay’dan bir örnek. Kendisi hukukçudur. Derki: -DTP’nin kapatılması hukuki değil!. (Benzerini AKP için de söylemişti.)
Eeee!, bir mahkeme kararı hukuki değilse, hukuksuz demektir.
Bay Günay’a göre, T.C’nin en yüce mahkemesi, hukuksuz bir işlemle, anayasal bir suç işlemiştir. Demekki Anayasa üyeleri, hukukçu Günay(!) kadar hukuk bilgisinden yoksundurlar. Bu yüzden “Bay Günay” mahkemesince mahkum edilmişlerdir. Akıl tutulması akıl!…İlerde tarih, bir kişinin makam uğruna gönüllü beyin felcine nasıl uğranabileceğine iyi bir örnek olarak yazacaktır!..
Bu muhteremler, bu şekilde konuşma hak, yetki ve yeteneklerini sadece bulundukları makamın gücünden mi alıyorlar?.
Bu söylemleri, vicdan muhasebesinin süzgecinden geçirilmiş, akıl ve mantığın iyi niyetli birer ürünü saymak, mümkün mü?
Söylemlerinizle bilinçleniyoruz, bileniyoruz, birleşiyoruz!…

YIPRATMA,
ALDATMA,
KORKUTMA VE AÇILIM!…

O kadar cahil ve o kadar beceriksizler ki, ne kürt açılımı yapabiliyorlar ne alevi açılımı… Şimdide başımıza Roman Açılımı çıktı.. Sırada hangileri var?
Görünen o ki, Ülkemizdeki her etnik kökenin her biri ayrıştırılıncaya kadar bu açılımlar devam edecek..
Tanrı ya onlara akıl fikir ve izan, idrak versin, ya da bizlere sonsuz sabır!…

3 Ocak 2010 Pazar

İdealisttik

Hepimiz, Anadolu'nun, dörtbir köşesinden gelmiştik. , Ailelerimizin, herbirimizin boynuna yüklediği sorumlulukları içimizde taşıyarak…Önce alışık olmadığımız bir ortamın havası etkiledi bizleri.. Farklı alışkanlıkların, farklı değerlendirmelerin, hatta farkıl dillerin bile konuşulduğu bu ortam, en çok bizim gibi taşradan gelenleri şaşırttı. Bu bir hayal kırıklığı değildi. Sadece ortama uyma, farklıyı öğrenme, ve benlik kazanma konusunda katedmemiz gereken çok mesafe olduğunun ilk işaretleriydi.
İdealleri oluşturmanın, toplumda yer edinip geliştirmenin, kısaca adam olmanın fırsatları serilmişti önümüze. Günün dar olanaklarına rağmen gençliğe sunulan geniş bir otlak… Üniversiteydi bu verimli alanın evrensel adı!.. Sayıca az. Bir elin parmakları kadarcık. İstanbul Üniversitesi, İTÜ, Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Ege ve Erzurum'da Atatürk .. Tüm akademisyenleri ve öğrencileriyle, ülkesini onurla geleceğe taşıyacak kadar güçlü, iradeli idealist..
Mensubu olduğum ve diplomasını ömrümce onurla taşıyacağım içlerinde birisi vardı ki, (elbette diğerlerinin hakkını yemeden ve inkar etmeden) cumhuriyet dönemimizin, Köy Enstitülerinden sonra aydınlanma ateşinin en hararetli yakıldığı tam bağımsızlık ilkesinin korkusuzca her türlü fasizan güçlere ve baskılara karşı savunulduğu bir kaleydi: ODTÜ...
Anadolunun dört bir yanından gelmiştik. Sorumluluklarımız vardı. Bu sorumluluklar kısa sürede bireysellikten çıkıp toplumsallığa dönüşmüştü. Yaşadığımız ülkemize karşı sorumluluklarımız da sevdaya, sevda tutkuya…
Büyük İnsan, Büyük Işık, Uğur Mumcu'nun veciz deyişiyle; "İsteseydik diplomalarımızı mor binlikler getiren senetler gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma"
Öğrenciler toplumculuğu, kampüsün romantik cazip ortamının aşk partilerine feda etmediler. Oysa haklarıydı..Hepsi gençti. Bu hakkı kullanmak yerine, bu ülkenin gelecek kaygısına sevdalanmışlardı.… Bir yurdunun yarısında kız, yarısında da erkek öğrenciler kalmaktaydı. Birtek olumsuz olaya meydan verilmemişti.. Gönüllerdeki tek ortak sevda, "Tam Bağımsız Türkiye." ve bu isteği gerçekleştirmek!..
Gönüllerde; Kıbrıs vardı!.. "Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız" "Kıbrıs Türktür türk kalacaktır!."
Ortak pazara karşıtlık vardı!.. "onlar ortak biz pazar"
Madenlerin millileştirilmesi talebi vardı!. "Madenler ülkemizin geleceğidir!" Paralı egitim ve paralı sağlık olmaz! "paralı eğitime hayır" "Eğitimde fırsat eşitliği" Tüm istekler masum ve haklı isteklerdi. Ve isteklerin hiçbirisi bireysel, çıkarcı, kolaycı, köşe dönmeci istekler değildi. Bu talepler doğrultusunda Ülke'nin geleceği için de "Yanki" evine dönmeli, 6. Filo defolmalıydı!.. Ortak haykırış buydu: "Yanki Go Home!"
Bu Ülkü vietnam olmamalıydı!… İşte bunun için "Yanki ve onun filosu" defolmalıydı!.. Henüz Irak işgali Milat öncesi kadar uzaktı. Henüz, Ülkenin başbakanı, BOP eş başkanı da değildi!..
Ülkemizde, ağalık düzeni ve marabalık son bulmalıydı. Bunun için de toprak reformu şarttı!.. Halk, köylü, çiftçi işçi anayasal haklarını bilmeliydi. Bu görevi de gönüllü olarak üstlenmişti gençlik. Köy köy anayasa kitapçıkları dağıtılıyordu.
Uyanış ışığının parlamasıyla, "Toprak işleyenin su kullananın" "ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen" özlemine susamış toplum büyük bir umuda kapılmıştı. Telaşa kapılmıştı egemen güçler!..Bugünleri, ogünlerden oluşturan karanlık güçler, bu umudun ateşini şiddetle ve zulümle söndürmeyi bildiler!..
Uyanış öncülerinin yüzlercesi , idealleri uğruna can verdiler, kurşunlandılar, öldürüldüler, asıldılar, hapislerde çürüdüler. Binlercesi insanlık dışı işkenceler gördü, sakat kaldı, ama birkaçı dışında hiçbiri onurlarından en küçük bir sapma götermediler. Bu günlere ulaşıp dönenler de günümüze tam uyumla liberal de olamadılar, "liboş" kaldılar!..
O günlerde, Ülkede laiklik bu denli tehlikede değildi!.. Cumhuriyetin temel ilkeleriyle oynayıp içini boşaltma, gericilik ve din istirmarı had safhaya ulaşmamıştı. Sadaka torbaları sokaklarda aleni, devletin valileri tarafından dağıtılmıyordu.. "Yürümekle sokaklar aşınmaz!" diyen bir başbakan vardı ama, işsize; "sen de işsiz oluver" diyen, vatandaşı "ananı da al git" diye huzurdan(!) kovan önüne geleni azarlayıp öfkeyi hitabet sanatına çeviren, halkı meydanlara toplayıp "yiğit muhtaç olmuş kuru soğana" diyerek, sanki onları başkası kuru soğana muhtaç etmiş gibi alaya alan bir başbakan yoktu!..
Geçmişte "bu ülkede odunu göstersem seçtiririm" diyen başbakanlar gördüyse de, bu zihniyete rahmet okuturcasına "ceketin adaylığına" oy isteyen halka sürü zihniyetiyle bakıp, kazanacağını kesin gören, siyasi amaçları için valileri kullanırken "valimi yedirmem" diyen bir başbakan yoktu!..
Ülkenin başbakanı kendisini, "Osmanlı padişahı" olarak karşılayan bir afişin altında halka bu edayla hitap etmiyordu. Osmanlılık özlemi gündemde yoktu.
Kısacası, laiklik karşıtı eylemlerin odağı oluşu Yüce Mahkemece tescillenmiş bir zihniyet de iktidar değildi. !…
Gerçi, hayali ihracatla ünlenmiş bir yeğen mahkemelerdeydi ama, yolsuzluk ve rant kavgası, ve özelleştirme adı altındaki talanı, mir'i, diş'i fener'i bu denli ayyuka çıkmamıştı!.. 7 kere "gidip gelmekle" övünen bir başbakan vardı ama, "Ergenekon" yoktu!…
Ülkenin 70 sente muhtaç olduğunu itiraf eden, borcun yiğide kamçı olduğunu(!) söyleyerek minareye kılıf uyarlamaya çalışan bir başbakan vardı ama,son 6 yılda, cumhuriyet tarihinin toplamından 2 kat daha fazla dış borç üreten bir başbakan ve onun iktidarı yoktu!…
Cumhuriyetin ilk yıllarının o yetersiz koşulları içerisinde kazanılmış olan, semarbankını, etibankını, çimentosunu, şekerini, demir çeliğini, bankalarını, ormanlarını…. daha nicelerin satıp har-hura harcayan başbakanlar da yoktu o yıllarda!.. Hele çoluğu çocuğu, eş-dost himmetiyle ticarete atılıp, karun olan ne bakanlar, ne başbakanlar vardı!..Tepede kayıp tirilyon sanıkları da oturmuyordu!.. Kendilerini affeden maliye bakanları da yoktu!… Şıracı ve bozacılar da!…
İşte, bugün hala yüreklerde yaşayan '68 ruhu ve '78 kuşağı da bu ideallerden ve bu tutkulardan doğdu İlhamının öz kaynağı Tam Bağımsız Türkiye özlemiydi. Bu özlemin bugün hala yüreklerde "yaşıyor" olmasının köklü nedeni o mücadelenin haklılığındandır!.
Günümüz gençliğine armağan olsun!…
İsterse kulaklara küpe!…

Ey Türk Gençliği !

Sana görev vermiştim;
Koru Cumhuriyeti;
Her durumda demiştim…umarım unutmadın…
Birgün, bağımsızlık ve Cumhuriyetin düşerse dara;
Ne beni, nede bana benzer birini ara…
İzle beni; ben nasıl düştümse yola;
Çareni kendin yarat;
Önce kendine sor, sonra millette ara..
"Çaresizim!" deme sakın…. çaresiz değilsiniz…
Ç a r e; s i z s i n i z !…
B i l i y o r u m …Toplum sağır;
Yüklendiğin görev ağır;
Hele bu günlerde işin zor, çok da ağırl.
F a r k ı n d a y ı m… Sabrın taşıyor!…
Ülkendeki hain sayısı, kontenjanı aşıyor
Unutma…; görev senin,sende şimdi bu sancak;
Bu sancak; senden sonrakine; kusurzuz ulaşacak…
Anamızsa bu toprak; namussa bu vatan,
Görev devri bitmeyecek;
Sonsuza dek sürecek!…
Şunu bil!…
Hiç bir durum, benimkinden çok daha kötü değil..
Yeterki, "sol memenin altındaki cevher kararmasın"
Yeterki umut, bu gençlikten mahrum kalmasın
Gün gelirde; gerekirse yine bir 19 Mayıs;korkuyu yen; kuşkuyu at!..
"Söz konusu Vatan'sa gayrisi teferruat!.."
Bu nedenle;
Mazeret kabul etmem. bağımsızlık adına
Durma gel.. hemen şimdi,
Sen de katıl bağımsızlık safına.
"Özgürlük, bağımsızlık benim karakterimdir."
Eğer uymuyorsa bu kalıp senin yapına;
Helal etmem hakkımı;
El pençe divan durup gelme kapıma!…
Dahilde ve hariçte; zafere ulaşırsa
Kötülük sahipleri;
İçinde bulunduğun şartı-şurtu düşünme,
Özgürlüğün uğruna, durma!.. atıl ileri..
Desem ki.. Daha beteri; Düşman girdi yurduna,
Orduların dağıldı, kaleler düştü bir bir…
İş başında olanlar, aymaz, sapkın da olur,
Hatta, daha kötüsü, hayınlık bile yapar,
Üç beş dolar uğruna, vatanı da satarsa….
Ateş sarar her yanı,
Fakirlik sarar halkı.. Yüreklere kor düşer…
D e k i! …Daha umut yitmedi
Terketmedi sevda..
"Kararmadı sol memenin altındaki cevahir."
Deme ki bitti herşey!…Çaresiz durum yoktur!…
Çare uzakta değil,
Damarlarında akan, asil kanda mevcuttur!…